Tony, 11 yıldır beklediği yerde, 9 3/4 peronunda, Hogwarts Ekspres'in önündeydi. Hogwarts'a davet eden mektubun içindeki alınacaklar lisetesinin hepsi alınmış, tüm hazırlıkları 1 hafta önce tamamlamışlardı. Tony gece heyecandan uyuyamasa da kendini uykusuz hissetmiyor, aksine çok dinç ve heyecanlı gözüküyordu. Yıllardır ailesi büyü yaparken o izlemişti. Şimdi onun da bir asası vardı. İlk defa kendi isteğiyle büyü yapabilecekti. Tabi sadece okulda.
Hayatı boyunca pek arkadaşı olmayan, sürekli büyülere ilgi duyan Tony hayallerine ulaşmak için oldukça hazır olsa da etrafına baktığında gördüğü, büyük sınıflardan birbirine sarılan öğrenciler onun heyecanını endişeye dönüştürmüştü. Hiçbir zaman böyle arkadaşları olmayacaktı. Şimdiye kadar hiç olmamıştı.
Baykuşu Jarvis'i ve bavulunu aldı. Annesi ona ikisini birden tutabilmesi için yardım ettikten sonra eğilip oğlunun yanağını öptü ve saçlarını okşadı. "Sana her hafta yazarım, Anthony. Orada dikkatli ol ve unutma. Hangi binaya girersen gir bizim oğlumuzsun."
Tony gülümseyerek, "Görüşürüz anne," dedi ama ikisi de babasının, eğer Tony Ravenclaw'a seçilmezse, oğluna her zamankinden daha da soğuk davranacağını biliyorlardı çünkü Howard Stark her zaman zekanın bir büyücü için en büyük ödül olduğuna inanırdı. Ona göre insanlar zekiler ve diğerleri olarak ayrılıyordu. Tony hayatı boyunca kendini babasına kanıtlamak için uğraşmıştı. Neyseki zeki bir çocuktu.
Annesi Tony'i alnından öpüp yeniden doğruldu ve kocasının omzuna kafasını yasladı.
Tony öğrenci trafiğine karışıp trene bindi. Bulduğu ilk boş kompartmana girip oturdu. Kimsenin içeri girmemesi için kendi kendine dua ediyordu. Tabi ki istediği olmadı. Kompartmanın kapısında sarışın, küçük bir çocuk belirdi. Mavi gözleri gökyüzünü andırıyor, dik saçları ise bir kirpinin sırtına benziyordu. Çocuk kompartmanın kapısını açtı ve gülümseyerek, "Oturabilir miyim?" diye sordu. Tony çocuğunun nezaketten olmadığı çok belirgin bir şekilde, "T-Tabi." demişti. Kendini hazırlamadan, bir anda konuşunca hep kekeliyordu. Eğer esmer olmasaydı utançtan kıpkırmızı görünürdü.
Sarışın çocuk elindeki bavulu Tony'nin karşısındaki koltuğa koyup kendisi de bavulunun yanına oturdu. Omzundaki fare kafasını bir oraya bir buraya çevirerek etrafı inceliyordu. Çocuk elini Tony'e uzattı. Belli ki tokalaşmak istiyordu. "Adım Steve Rogers." dedi ve gülümsedi. Tony de elini uzatıp hiç sıkmadan tokalaştı ve cümleyi kafasında üç kere tekrarladıktan sonra, "Ben de Tony Stark." dedi.
Ellerini ayırıp geriye yasladıktan sonra Tony, pencereden dışarı bakıp Steve'in sessizliği bozmasını bekledi. Çok da uzun sürmemişti. "Stark mı? Howard Stark gibi mi?"
İşte yine o soru. Bu soruyu soran herkes bir daha Tony'le konuşmamak üzere ondan ayrılıyordu. Bu soru onu hep yalnız bırakmıştı. Bu yüzden Tony soyadından hep nefret etmişti. Ailesinin eski fertleri zekalarını kötüye kullanmışlardı ama Tony asla kötü bir şey yapmayacağına kendine yemin etmişti. Daha 11 yaşında olmasına rağmen zekası ve soyadından çok çekmiş ve ikisini de benimseyememişti.
"Evet." diye cevap verdi. Steve'in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Tony korkuyor, ya hakaret yemeyi ya da ailesinin eskiden neler yaptığının hikayesini bir kez daha duymayı belkiyordu ama Steve gülümsemekle yetindi.
"Vay be. Demek safkansın." Hala gülümsüyordu. Tony böyle bir tepki beklemiyordu. İstemsizce o da gülümsedi.
"Evet. Aslında bu çok övünlecek bir şey değil."
"Yani kendini şanslı saymıyor musun?"
"Hayır."
Bu Tony'nin yabancı biriyle yaptığı en uzun konuşmaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Resurrectionn Stone • Avengers at Hogwarts 1
FanfictionAvengers, Büyücü Dünyası'nın bir parçası olsaydı...