004; fear.

278 38 7
                                    

kitaba olan ilginiz için teşekkür ederim, oy vermeyi unutmayın

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


kitaba olan ilginiz için
teşekkür ederim, oy vermeyi unutmayın.

rose.

Jennie'nin yanımızdaki yerini almasının ardından 1 saat geçmişti, herkes eğleniyor ve masalardaki içeceklerden yudumluyordu.

Gürültülü müziğin yerini klasik müzik aldığı için tek sevinen ben olabilirdim. Şayet şimdi herkesin yüzünde gürültülü müzikleri arayan bir ifade vardı. Ancak bu çılgınlar gibi eğlenmelerine engel olmamıştı.

"Bugün kutlamanın olduğunu unutmuş gibisin rose, buraya bir pantalon ve kazakla geldiğine inanamıyorum."

Jennie, kulağına taktığı uzun ve ışıltılı küpeleriyle oynarken bir yandan da bana kızgın bakışlar yolluyor ve konuşuyordu.

O her zaman benim yerine göre giyinmediğimi hatta sadece sade kıyafetler ile yaşadığımı söylerdi. Umursamaz bir ifade ile omuz silkerek konuşmadan Jennie'ye cevabımı verdim.

Bu, 'umurumda bile değil' demekti. Söylediklerinde haklıydı ancak bunu kim kafaya takardı ki? Tarzım gereği afilli kıyafetlerden hoşlanmayan biriydim.

Gözlerim ile etrafı süzmeye başladım. Jungkook geleceğini belli etmişti ancak yoktu. İçimden bir ses yazdığım mesajlar yüzünden akıllanıp gelmediğini söylerken diğer ses tehlikeyi sezercesine burada olacağını ve başa bela alacağını haykırıyordu.

Öyle de oldu. Masamızda oturan Taehyung'un sol tarafındaki sandalye çekildiğinde içimdeki ikinci sesin beni hiçbir şekilde yanıltmayacağını anladım. Jungkook, buradaydı.

Taehyung'un yanındaki yerini alırken yüzünde her zamanki soğuk bakışları vardı. Alnına düşen siyah saçları, üzerine giydiği bordo gömleği ve yırtık siyah pantalonuyla büyüleyici bir uyum sağlıyordu.

Jisoo yüzüne hafif bir gülümseme takıp ona merhaba dediğinde o da Jisoo'yu selamlamış ve ardından masadaki herkese tek tek bakmaya başlamıştı. Böyle ortamlarda sıkça bulunmuyordu bu yüzden nasıl iletişim kuracağını bilmiyor gibiydi.

Zaten o sadece, en yakın dostu Taehyung ve onun arkadaşları olan Jimin, Yoongi ve adını henüz bilmediğim birkaç çocukla daha takılırdı.

Büyük kahve gözleri, Jennie'yi pas geçerek beni bulduğunda bakışlarımı ondan çektim. Böylesi hem benim için hem de atmakta olan kalbim için daha iyiydi.

Kesinlikle ona karşı bir şey hissetmiyordum, aramızdaki iletişim de anonimden ona attığım koruyucu mesajlardan öteye gidemezdi. Kalbim onunla göz göze gelmek istemiyordu çünkü biliyordu, erkekler ile göz göze geldiğimde sürekli farklı atardı.

Bu Jungkook'a özel bir şey değildi. Aradan birkaç saniye geçtikten sonra üzerimdeki bakışların çekildiğini hissettiğimde başımı masaya doğru çevirdim.

Masadakilerde kendini müziğe kaptırmış bir şekilde dans ediyordu. Bir kişi dışında. Çünkü Jungkook, masada yoktu! Tedirgin bakışlarım ile Taehyung'a ve onun yanındaki boş sandalyeye baktım.

Birkaç saniye içerisinde ortadan kaybolması beni korkutuyordu.
"O, nereye gitti?" Jennie'nin kulağına fısıldadığımda, Jungkook'un biraz önce oturduğu sandalyeyi gözlerim ile işaret ettim.

Karşı masadaki birkaç kişiyi kesmekte olan Jennie beni pek umursamasa da kısaca cevap verdi:
"Bilmiyorum."

Kalbim, normalinden kat kat daha hızlı atarken cebimden telefonumu çıkartıp bilinmeyen kişiden mesaj gelmişmi diye kontrol ettim. Yoktu, ne beni rahatsız eden numaradan bir mesaj ne de işime yarayacak başka bir mesaj yoktu.

İşin başa düştüğünü anlayarak hızlıca olduğum masadan ayrıldım. Koşar adımlarla önümdeki insanlara çarpsam bile ilerledim. Onu bulmalıydım.

Büyük binadan çıktığım an bedenim serinlemiş ve burnum bütün kötü kokulardan kurtulmuştu. Bu öyle bir şeydi ki, bir an için hayatımda ilk kez nefes aldığımı zannettim.

Yalpalayan adımlarımla binanın etrafındaki her yere bakmaya başladım. Jungkook'un içeride olmadığını biliyordum bu yüzden işim daha kolay olacaktı. Bunu, yan masamızda gözlerini ondan ayırmayan kızların sesini kesmesinden anlamıştım.

Çaresizce sonu olup olmadığını bile bilmediğim sokağa girdim. Önüme çıkan ilk yer burası olduğu için buraya girmeyi tercih etmiştim.

Biraz ilerledikten sonra gözlerim onu buldu, şimdi tam karşımdaydı. Koşmamdan dolayı ayağımı defalarca kez burkmamı önemsemeden yalpalayan adımlarımla ona yetişmeye çalıştım.

"Jungkook!" aramızdaki mesafeyi yakalayamadığımda ona bütün sokağa yayılan sesimle seslendim. Elindeki deri ceketi arkasına dönmesiyle yavaşça savrulurken, bakışları beni buldu.

Ona seslenmemi garipsemesi doğaldı. İkimizde birbirimizin sadece isimlerini biliyorduk daha doğrusu sadece ben onun ismini biliyordum.

Cebimdeki telefonun titremesiyle buz tutmuş elimle onu çıkardım ve ekranda beliren bildirime baktım.

blackberry: korkuyu iliklerine
kadar hissetmek sana çok yakışıyor
rose.

stars • rosekook.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin