İnsanın karşısında kendisini dinlemeyen, anlamayan, kem sözlerle kendisini inciteceğinden korktuğu birisi varsa, o kişiyi dilsiz dudaksız canlandırır hayalinde. Karşısına oturtur konuşmaya başlar. Koşullanmışlığına karşı ne söylersem söyleyeyim, ne yazarsam yazayım bencilliğinin duvarına vurup gururuma çarpacak. Sırf bu yüzden seninle değil suskun hayalinleyim.
Gözlerine bakmadan konuşacağım. Bakarsam eğer; yine affetmekten korkarım. Bin hatayla suçlayıp, bir gülüşünle akladığım seni. Sadece dinle!
Postacının yolunu dört gözle beklememe rağmen okumakta acele etmedim. Umursamadığımdan değil. Mektuba Pandora'nın Kutusu anlamı yüklediğimdendi. Çünkü öncekiler de iç açıcı değildi. Başlamadan önce derin bir nefes aldım. Tek solukta okumak için değil. Son nefesim olabilir ihtimaline karşı tedbir olarak.
Tedirginlikle açtım zarfı. Kâğıdın yırtılışı kalp atışlarımın resmini çizdi. Devasa zikzaklar adeta.
Bu sefer de çiçek yoktu mektubun arasında. Kurumaya başlayan bir sevgi pınarının işareti miydi bu? Artık yağmur bekleme coğrafyanda. Tüm bulutları gözlerime topladım o an.
Hep ''Sevgilim'' diyerek başlardı mektubun. Bu hitaptan ''m'' harfi eksilmiş, ismim eklenmiş yanına. Son noktanın ilk alametiydi. Mürekkeple değil, demir tozuyla yazılmış bir mektup sanki. Cümleler ağır, sözcükler yavan, sorular çengel, ünlemler çivi; alfabenin yüreğe hücum hali... Gözlerim birinde umudu, diğerinde umutsuzluğu çeken mıknatıs misali gezdi satırlarında. Satır araları patika, ben iz bilmez yolcuydum artık.
Paragrafın biri göğe uzanan merdiven, diğeri Bermuda üçgenine çeken muamma. Kaç kişilik ruhun dilinden yazmış olabilirsin? Hangi yıldırım düşmüşse pusulana, ayarsızdı. Mektubun nereye çağırdıysa aklımı rotasızdı.
Umutlu bir cümle yolu Babil'in Bahçelerine çıkarıyor. Diğer cümle cehennem kuyusuna indiriyor. Bir satıra nasıl sığdırdın onca çelişkiyi?
Son sözler hele, mezara bırakılan çiçekler gibi. ''Sevmiştim, özleyeceğim''