~00000111~

466 40 36
                                    


Ne yaparsanız yapın, sevgi yok olduğu zaman kalbiniz yavaşça donmaya başlar...

Yıldızların bulutların arkasında kalıp görünmediği, belki de kışın en soğuk gecesinde, sokakların ıssızlaştığı saatlerde, Seul sokakları beyaza boyanırken, çıplak ayaklarımın yanmasını umursamadan koşuyordum. İnce hırkam, karla kaplı soğuk kaldırımlar ile buluşurken, rüzgara ve durmadan yağan lapa lapa kara meydan okuyarak tüm gücümle koştum. Sitenin içerisinde, insanları şehire indirmek için sabahtan akşama kadar çalışan özel minibüsün farları ile parladı gözlerimdeki göz yaşları. O an, kaçmaktan başka bir çare bulamıyordum. Bir ihtimal J-hope ya da Jimin'nin evinde kalabilirdim. En azından, yeni bir ev alıp kendimi toparlayana kadar. Onlar bana yardım edebilirdi, değil mi?

Düşüncelerinden hızla sıyrılıp, durağa koştum. Soğuk, tüm vücuduma nüfus ediyordu. Çıplak ayaklarım uyuşmuş ve yürümem zorlaşmıştı. Zor olsada minibüsün içerisine attım, güçsüz kalmış titreyen bedenimi. Kapı kapandığında, hissettiğim sıcaklık ile rahatlamaya başladım. Vücudum ısınmaya başladığı zaman, yeni yeni kendime geliyordum. Bulunduğum ortamı, yeni kavramıştım. On yaşımdan beri, otobüslere karşı ciddi bir önyargım vardı hepsi beni korkutuyordu. Hızla en arkalarda olan cam kenarı bir yere oturdum. Bacağım titriyordu ama ilk defa bir otobüs evim kadar rahat gelmişti. Korkuyor olabilirdim ama sandığım kadar korkunç değildi. Sakince karla kaplı boş yollarda seyir ediyordu, korkacak bir şey yoktu.

Yol baya uzundu ve bunca yol gitmiş olmamıza rağmen hâla şehire nerdeyse on kilometre vardı. Oturduğumuz site, şehire oldukça uzaktı. Cama dayadığım başım cama çarptıkça, düşüncelerime odaklanamıyordum. Kalkıp, daha önlerde bulunan tekli bir koltuğa geçtim ve sıkıca bağladım kemerimi. Şoför yavaş kullanıyor olsada, asfalt anlaşılır şekilde kayıyordu. Kafamı dışarı çevirdiğim sırada, gözüme bir bıçak gibi keskin şekilde saplanan far ışığı ve ardından kulaklarıma son ilişen, birbirine karışmış üç farklı korna sesinden sonra kolumda hissettiğim acıyla gözümden bir damla gözyaşı düştü.

Gözlerimi açtığım zaman, uzaktan ambulans ve polis sirenlerinin sesi duyuluyordu. Kafamdan yanağıma akan sıvı ve göz yaşlarım karışıyordu. İçinde bulunduğum otobüse çarpan otobüs, yan dönmüştü. Arkamdan gelen yoğun yanık kokusu ve sıcak ile zorla kafamı çevirdim, otobüsün yarısı yanıyordu. Alevler bana yaklaştıkça, yaşadığım korku artıyordu. Ayağa kalkmak istediğim zaman hissettiğim acı ile minik bir çığlık attım. Kolum, bir şekilde cam ve koltuk arasına sıkışmıştı. Kanları gördüğüm zaman, iyice panik olmuş kendimi kurtarmak için çırpınmaya başlamıştım. Kemerden bir türlü kurtaramadığım bedenimi, olduğunca zorladım. Bir yandan hâla otobüste olup olmadığını kontrol etmek amacıyla şoföre sesleniyordum.

"Siz iyi misiniz?"

Adamdan yanıt gelmiyordu. Israrla sorduğum soruların yanıtını alamıyor olmamın nedenini otobüsü sertçe salladığım sırada yere düşen bedeninden ayrılmış kafayı görence anlayabilmiştim.

Soğuk ve tenha sokakta, çığlıklarım yankılanıyordu. Sırtım yanmaya başladığında, yaşadığım acı gittikçe tarif edilmez bir hâl alıyordu. Bir süre sonra sırtımda derime işlediğini hissettiğim alevler sönüyordu. Ama bu, rahatlamam için bir neden değildi. Alevler nihayet söndüğü zaman yanıma gelen genç çocuğa baktım. Gözleri dolu dolu bana bakıyor, beni teselli etmeye çalışıyordu.

"Sakin olun, sizi kurtaracağız. Her şey sona erdi iyi olacaksınız."

Çocuğun rahatlatıcı sesi aksine ben korku, acı ve panik doluydum.

"Ben iyiyim ama onun yardıma ihtiyacı var, yalvarırım önce ona yardım edin. En azından... ailesi ve onu sevenler için bir teselli olabilir."

Titreyen parmaklarım ile yerde başı bedeninden ayrılmış yatan adamı işaret ettim. Onu kurtarmak mümkün müydü? En azından deneyemezler miydi?

Kaburgalarım aldığım her nefeste, ciğerime batıyordu. Eski bilgilerimden yola çıkacak olursam eğer kaburgalarım kırılmış ve ciğerimi yırtmış ise, yırtık boyutuyla doğru orantılı olarak çok az bir zamanım kalmıştı. Bu demek oluyordu ki, yalnızca dakikalar sonra yaşadığım tüm acılar son bulacaktı. İşte benim tesellim buydu. Her şeyden küçük bir yırtık ile kurtulabilecek olmak.

Ruhum beni terk etmiş gibi hissediyordum, yerden kaldırılan bedeni bir poşete koyuyor oluşlarını izlerken. Aynı zamanda testerelerle beni sıkıştığım yerden çıkarmak için otobüsü dikkatle kesen adamların sesleri, kulaklarımda yankılanıyordu. Bilincimin kapanmaya başladığı zamanlarda duyduğum son ses, ağlayarak "Sakın beni bırakma sevgilim!" diye yalvaran Jungkook'un hıçkırık seslerinin, şehrin ve ambulans sireninin seslerine karışmasıydı...

A Living Death Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin