"Benim nur yüzlü, güzel kadınıma, anneme...
İlk olarak, ellerinden öpüyorum anneciğim. Uzun zamandır bunu yapmak nasip olmadı ama elbet bir gün semada dudaklarım ellerinle buluşacak, eminim. Seni ne kadar özlediğimi tasvir etmek benim için güç, sen edebiyat kadınısın, kelimelerime gizlediğim anlamları anlarsın değil mi? Annem, çocukluğum, hayat mimarım. Ak sütünle bu günlere kadar getirdiğin evladının acısını sana yaşatmayı istemem, bu yüzden dikkatli oluyorum buralarda. Gözün arkada kalmasın. Biliyorum, sürekli bana söylenip duruyorsun. "Parası neyse verelim, bitsin." dediğin şey, askerlik, yirmi beş yıl boyunca öğrenemediğim her şeyi öğretti bana. Oralardayken çöpe attığımız bir dilim ekmeği bile bölüşmeyi öğrendim, anne. Türlü türlü insanlarla tanıştım burada, hepsi abim, kardeşim oldular. Televizyonda izlememek için kanal değiştirdiğimiz hayatlara dokundum. Onlarla güldüm, ağladım. En önemlisi de ne biliyor musun anne? İnsan olmayı öğrendim.
Vatan görevimi kendi rızamla yapmak istediğimde karşı çıkmanızı elbette anlıyorum. Ama anne, bir can ne kadar eder lügatınızda? Paranın engelleyemeyeceği tek bir şey söyleyeyim mi sana? Ölüm anne, ölüm. Bunu öyle boş laflarla söylemiyorum. Burada en yakınım dediğim abimi kaybettim. On metre ötemde beş kez vuruldu, beş kez öldüm. Sizin ekranlarda izlediğiniz kadarıyla bildiğiniz şehitlerin üzerini örttüm anne. Bu acıyı bizden başka kimse bilemez, anlayamaz. Düşünsene anne, beraber can savaşı verdiğin birinin canını alıyorlar. Devam edemeyeceğim, kusuruma bakma.
Babama selamımı söyle annem. Beni merak etmesin, başını öne eğmesin. Bilsin ki, bayrak uğruna can verecek bir oğlu var. Benim için gururlansın, dimdik dursun. Hep doktor olmamı isterdi, biliyorum. Ama o da biliyor ki, oğlu istediği mesleği yerine getirmekte. Can kurtarmakta. Saçlarına akı düşürmesin, sigaralık da tüketmesin fazla. Benim yüzümden hastalanmasını istemem.
Eğer olur da şehit düşersem, ardımdan gözyaşı dökmeye de kalkışmayın sakın. Maksatları bu ezanı kesip dindirmek, gökten al bayrağı indirmekse; binlerce Dağra kurban olsun bu vatana.
Anneciğim, belki de bu son mektubumdur. Beni güzel hatırlayın. Duvarlarınızdan ve yüreğinizden, bir Ata'yı bir de bayrağı eksik etmeyin.
Hakkınızı helal eyleyin.
Sizi seven oğlunuz, Dağra."
Elimdeki kalemi kağıdın üzerine fırlatırcasına bıraktım ve kafamı pencereden dışarıya çevirdim. Gün batmaya yakındı. Karanlığı pek sevmezdim fakat yıldızları izlemek bana her zaman keyif verirdi. Bu yüzden her gece havanın kararmasını gözlerdim. "Hayrola devrem, dalmışsın." Omzuma dokunan elle irkildim ve kafamı Aytaç abiye doğru çevirdim. Gözleri yazdığım mektuba doğru dalınca yüzünde asılı olan gülümsemesi soldu ve yanımdaki sandalyeyi çekip karşımda konumunu aldı. "Lan, ben sana demedim mi vasiyetname yazmayacağız diye!" Yavaşça bir nefes vererek mektubu elime aldım ve ikiye katladım. Bu mangaya ilk adımımı attığımda bana bir söz verdirmişlerdi, asla ama asla, vasiyetnamemizi kağıda dökmeyecektik.
Çünkü, görevimiz şehit olmak değil; leş çoğaltmaktı.
"Vasiyetname yazmadım abi, merak etme. Öylesine bir mektup sadece. Bizimkilere iyi olduğumu haber verdim." İnanmadığını belli edercesine bakış attığında gözlerimi ondan kaçırdım. "Telefonu da yavuklumuzla konuşmak için kullanıyoruz biz zaten." Söylediği şeye hafifçe güldüm ve konuyu uzatmamasına içimden minnetler yağdırdım. "Dağra, ölmeyi unut oğlum. Ölmek yok duydun mu beni?" İçimden tekrarladım onu. "Ölüm varsın gelsin, kucağım her daim açık be abi." diyerek de yanıtladım. Kafasını usulca salladı. Gözlerindeki ışığı görebiliyordum. Buradaki herkesin gözünde görürdünüz bu ışığı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manga
Short StoryMaksatları ezan sesini kesip dindirmek, gökten al bayrağı indirmekse; binlerce Dağra kurban olsun bu vatana.