15 Eylül 1954... Bir gazeteci, bir yazar, bir aydın doğdu. Ermeni olmasına rağmen Türkiyeliydi o. Türkiye de yaşamayı şans bilirdi. Yıllardır süregelen Ermeni-Türk gerginliğine yeni bir boyut kazandırmış, barışın projesini çizmiş, temellerini atmıştı. Ülke sorunlarına kafa yormuş insanlık için barış için canı pahasına yazmıştır.
Gençlik yıllarında katıldığı bazı hareketler yüzünden zaten üstü lekenmiş olan Ermenilere zarar vermemek için mahkeme kararı ile adını Fırat olarak değiştirdi. Arkadaşları hayatı boyunca onu Fırat olarak andı.
Yayın evi ve kırtasiye açtı. Halkı kitapla buluşturdu. Kardeşleriyle Beyaz Adam Kitabevi'ni kurdu. Bir anektod ta şöyle bahsedilir;
"İki-üç sene önce kitapların pahallılığıyla ilgili (BeyazAdam'ın) Bakırköy şubesinde bir adamla tanışmış ve tartışmıştım.Çok hafif beyaz saçlı diksiyonu düzgün, beyefendi güler yüzlü bir insandı. "Kitaplar ucuz olsa herkes okur mu sence?" dedi. Aslında doğru söylüyordu. Okumak isteyen adam her türlü okurdu.
Bir gün eve doğru giderken Arçelik bayiinin içindeki televizyonda ünlü bir gazetecinin öldürüldüğünden bahsediyordu. Biraz durdum, baktım. Sağ tarafta bir fotoğraf gösterdi. Kaldırımın ortasında dondum kaldım. "Ben bu adamı tan... derken beynimde ki yönetmen çekilmesi gerek sahneyi iverdi bir şekilde çekti. İşte o zaman anladım okumanın, araştırmanın da en ağırından bir bedeli olduğunu ve o kitaplara "ucuz" diyen adamın Hrant Dinkolduğunu."
Ayrıca başka bir anektod da ise BeyazAdam ve Hrant Dink'ten " "Pahallı" kitaplarla "ucuz" bir şekilde öldürülen bir adamın kitap evi." diye bahsedilir.
Bir adam için en kötü ölüm çocuğunun gözleri önünde ölmektir.
İşte o da kendi çocuğunun gözleri önünde öldürüldü. Fikir babalığını yaptığı, özenle büyüttüğü, bir amaç yüklediği gazetesi, biricik Agos'unun önünde öldürüldü.
Türkiye de basının özgürlüğünü şu küçük istatistikten anlayabiliriz. Hrant Dink 1909 yılından beri öldürülen 62. Gazetecidir.
Bazı sözleri yüzünden kendisine pek çok dava açılsa da onun ne kadar barış yanlısı ve Ermeni-Türk ilişkilerinde kardeşlik isteyen birisi olduğunu anlamak için biricik çocuğuna bakmak yeterli. Agos'una... Agos Ermenice'de "tohum atmak veya fidan dikmek için açılan oyuk, evlek" anlamına gelmektedir. O tohumları barış için attı.
Konuşalım, okuyalım, muhakemeyi kendimiz yapalım. Böyle bir ortamda hiçbir dayatma imkan bulamaz.
2000 yılında söylediği bu söz ile okumaya verdiği önemi bir kez daha dile getirmiştir. Okumayı iletişim kurmayı, sorunlara çözüm aramayı kendine misyon edinmiş olan Dink bir röportajında ise;
"Türklerle Ermeniler arasında bir diyalog, bir normalleşme isteniyorsa bu ancak konuşmayla olur. Susarak olmaz, engellenerek olmaz." demiştir.
Bunca kardeşlik mesajına, bunca okumaya rağmen "pahallı kitaplarla, ucuz bir şekilde öldürüldü."
19 Ocak 2007'de biricik Agos'unun önünde, 17 yaşında ki Ogün Samast tarafından üç el ateş edilmek suretiyle öldürüldü.
Polisin olay görüntülerini televizyonda yayınlaması üzerine babası tarafından ihbar edilen ve Samsun'da Trabzon'a gitmek üzereyken, üzerinde cinayet silahı ile yakalandı. Yaşından dolayı çocuk mahkemesinde yargılandı ve 22 yıl 10 ay ceza aldı.
İfade verirken Emin Çölaşan'ı ve dönemin basınını suçlayarak kendisini mağdur gösteren Samast ifadesinde aynen şu sözleri kullandı;
"Peki beni bu sürece getirenler nerede, kim onlar? “Damarlarımda cahillik aktığı ilk gençlik yıllarında ben nereden bilirdim Agos Gazetesi’ni, nereden tanırdım Hrant Dink’i, Ermeni nedir, tarih nedir, hiç bilmezdim. Ortaokul mezunu yurdun çocuklarından bir tanesiydim. Benim de hayallerim vardı. Deniz kenarında gün batımını melisa düşleri eşliğinde karşılamak, yarimin karşısında terlemekti hayallerim. Dıştan açılan mavi çelik kapı, içten açılan demir parmaklıklı pencere, bir avuç gökyüzünü hapseden çelik teller eşliğinde yalnızlığın bile yalnız olduğu demir duvarları hayal etmiyordum. Ta ki eski sabıkalı, Yasin’in bana internetten gösterdiği manşetler ve okuttuğu yazılarla bana baskı oluşturarak beni sürüklediği kin ve nefret girdabında kaybolmamla başladı olaylar. Yaşarken tuz katmazlar aşına, methiyeler düzerler mezar taşına diyor Ziya Paşa, ‘vatan haini, utanmaz Ermeni’ diye manşetleri ben mi attım? Adamın yazdığı yazının bir bölümünü cımbızla alıp provokatörlük yapan ben miydim? Bu manşetler ve bu yazılar yüzünden mahkeme köşelerinde Dink’i ve Orhan Pamuk’u süründüren halkımızın önüne bunlar ‘vatan haini, devlet düşmanı, bizi küfreden bizi aşağılayan, bölmeye çalışanlar işte bunlar’ diye hedef gösteren ben miydim? Televizyon tartışmalarında parmaklarını sallayarak yok mu bunları vuracak vatan evladı diye içindeki nefreti kusan ben miydim? O manşetler atılmasaydı, Emin Çölaşan o yazıyı cımbızla çekip yazmasaydı bunların hiçbir yaşanır mıydı? Bunlar bilmezler mi yurdumdaki cahil ve milli duyguları kullanılmaya bu kadar açık olan gençlerimizden birinin bir kötülük yapacağını? Bilirler amaç da o zaten. Benim yaşımda 10 genci okutun o manşetleri, gösterin o yazıları, arkadan eski bir sabıkalı korkutsun gaza getirsin tümü benim yaptığımı yapar. Yapmadı mı ne çabuk unutuyoruz. Ben kurban oldum başkaları olmasın. Ben buradayım, bunları yazanlar nerelerde? Beni teşvik eden Emin Çölaşan nerede? Bu manşetleri atan gazetelerin yönetici ağabeyleri nerede? Bugün yalılarında Petrus Şarabı içip ruhlarındaki gestapoların onlara gösterdiği yeni hedef ve kurbanlarını arıyorlar. Emin Çölaşan’dan, bu manşetlerini atanlardan şikayetçiyim ‘Hrant için, adalet için’ diye bağıranlar bu sesimi duyun. O manşetleri döviz yapın onları taşıyın. Ben üzerime düşeni yaptım gözümdeki çöpü çıkarttım. Siz de çıkartın ifadelerimde söylüyorum. Onu gördüm vurmaktan vazgeçtim. İki yumruk atacaktım, aklıma Yasin geldi korktum, aklıma o manşetler, o yazılar geldi, ne yaptığımı dahi hatırlayamayacak hale geldim. Bugün olsa tartışırdım, konuşurdum, belki de ben haklı çıkardım. Ama o yazılar olmasaydı, bu yaşananlarda olmayacaktı. Özgür basın o günlerdeki manşetlerini bir hatırlayın, bir hatırlatın neden suskunsunuz. ‘Güvercin’ diye manşet atanlar değil miydi, vatan haini diye manşet atanlar. ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye döviz taşıyanlar o yazıları yazanlar değil miydi? Kin ve düşmanlığın kazanına odun taşıyanlar, bunları yazacak yok mu, bunları yargılayacak yok mu. ‘kral çıplak evet kral çıplak diyor’ bu çocuk. Bu manşetleri atanları, yazılan yazanları araştıracak yok mu? Asıl suçlu onlar, ben masumum. O mazlum, ben cezamı çekiyorum, ama o yazıyı yazan, o manşetleri atanlar asıl siz suçlusunuz. Er ya da geç ışık sizi aydınlatacak ve bu gizlendiğiniz karanlıktan çıkacaksınız"
Basının çarpıtmalarını ve olaylara bakış açısını ne kadar etkilediğine değinen Samast, Emin Çölaşan'ı ve basını suçlamasına rağmen suçunu kabul etmişti.
Peki Dink'e kadar öldürülen kalan 61 gazeteci? Yada günümüzde sırf fikirleri için öldürülen, tutuklanan gazetecilerin katilleri? Okumak ve yazmak aydınlanmaya giden en iyi yoldur. Okumak insanı geliştirir, olaylara olan bakış açısını değiştirir. Peki bu bakış açıları nedeniyle hayatları kararanlar, hayatları KARARTILANLAR? Demizyoruz ki Samast masumdur. O da bilir suçunu. Peki ya ona bu fikri aşılayanlar? Yasin’in, Samast’a okuttuğu o usta kalemlerden, sayısız gazetelerde yazılan, Dink’in ve daha sayısız nice insanların cımbızla bir bir özenle seçilen ve çarpıtılan sözlerinin suçlusu kim?
Basın yayın en büyük silahtır. Kalem kılıçtan derin keser. Elimizde kılıcı tutarken gösterdiğimiz özenin bir kısmını tuttuğumuz kalemlerimiz için göstersek belki de bugün Samast sahilde yarının yanında oturmuş terliyor, Hrant Dink ise sevgili çocuğu Agos’u ile 59. yaş gününü kutluyor olacaktı.
Barış için yazanlar var olduğu sürece her zaman umut var olacaktır.
Bugün hepimiz Hrant Dink'iz!
İyi ki Doğdun Hrant Dink!