I, oktax lac

147 15 0
                                    


Sisli bir perdenin ardındayım,
bul beni.



Ender rastalanan bir tür gibiydi insanın yaşam çizgisi. Rahatlıkla bir nefes vereceğim derken derbeder olur, ruhlar herbir elden zelzelelere merhem olma çabasına girişirdi. Feryatlar, yakarışlar, gözlerimizin önünde biriken sisli havalar ve bütünü olan acılar. Telaffuzu kolaydı fakat, akla geldikçe bile korkardı insan. Kim yaşamak isterdi acıyı sanki? Bir sihirbaz edası ile hayatımıza dahil olur, tek bir dokunuşla kaderimizin yolunu saptırırdı. Biz onu değil, o bizleri seçmeyi yeğlerdi.

Benim ise herkesin unutuldu gitti olarak adlandırılan bir derdim vardı. Ya da acım, hangisi halimi daha iyi ifade ederse. İliklerime kadar hissettiğim, kan akışıma hücum eden bir saplantıydı. Her an yüzleşme korkusu, ne diyeceğini bilememe korkusu gibi. Anne ve babamı severdim, eski hallerini bin kat daha çok sever ve özlerdim. Birbirlerine karşı olan kötü niyetlerini bilirdim fakat bunların hepsi geçen sürelerin lanet tesiriydi. Birbirlerine aşkla bakan gözler nasıl bir an da nefret kusabilirdi? Ben çocuk aklımla o zamanlar birbirlerine olan aşklarını yanlış mı anlıyordum bilmiyorum fakat bu süreçte en çok zorlanan kişinin ben olacağımı da biliyordum.

Boşanmak, lanet olası şu kelimeden ebediyen nefret edecektim.

"Burası bir harika."diyerek adeta çığlık atan Jane, hemen benim kolumdan çıkmış ve parti alanın önüne doğru ilerlemişti. Umarım beni burada
unutupta tek başına içeriye girmeyecekti.

New York'a gelmeyi kabul etmek, hayatımın dönüm noktası olmaya adaydı. Babam bu teklifi sunduğunda annemi Kore'de bırakma fikri biraz uçuk gelsede bir deli cesareti, kabul edivermiştim. Tabii annemin beni pek umursadığı pek söz konusu değildi fakat ben onu hala düşünüyordum işte.

Buraya taşınalı henüz bir hafta bile olmamıştı fakat hemen yan komşumuz kızı olan Jane, bana fazla samimi ve sıcak kanlı davranmıştı. Bu onun yapısında vardı besbelli. Onun beni buraya getireceği ve beni burada bırakıp gitmeyeceğini bilmiyordum, bir kaç günde güven duygusuyla dolmamıştım fakat onu sevmiştim, hoşuma gitmişti. Tüm ön yargı besinlerini yemişte New York'a gelmiştim çünkü insanların gözünde bir çekik gözlü olarak göründüğümden pek hoş karşılamayacaklarını düşünmüştüm. Fakat aksine sevilmiştim, ya da sadece ben sevildiğimi düşünüyordum.

"Daha ne kadar bekleyeceksin orada, içeriye girmek için sabırsızlanıyorum." Jane, ellerini belini koymuş, bıkkın bir ses tonuyla beni yanına gitmem için çağırırken, sırf anladığım şey hemen yanına gitmezsem beni paralayacağıydı. Arsız bir çocuk gibi ayaklarımı sürte sürte yanına gitmek istedim bir an fakat bunun sadece beni utandıracağını düşünerekten hızlı adımlarla yanına gittim.

"Benimle konuşabilirsin, ses tonun benimkinden daha güzel yani." diyerekten tekrar kol kola girdiğimizde gülümsemiş ve, "Beni eve erken götür başka bir şey istemiyorum, Jane." diyerek yarım ağız bir şekilde onu cevaplamıştım.

Sürekli yapımın sert gibi göründüğünden bahsedip duruyordu fakat bir yandan da, üzerine giydiğin bu pembiş kıyafetlerle senin kaba bir kız olduğuna inanamıyorum, deyipte duruyordu. O gerçekten farklı ve dediğim gibi iyi bir kızdı.

"Bir şeyin tadını çıkarmasınıda bilsen keşke." Beni sanki çok uzun zamandır tanıyormuş gibi konuştuğunda istemsizce tekrar güldüm. "Sen de fazla uzunsun, ben bir şey diyor muyum?" Evet boy konusunda takıntılı bir kızdım fakat arkadaşının kendinden 10 santim uzun olmasına hangi genç kız hazmedebilirdi ki? Jane, dudak büzerekten sanki üzülüyormuş gibi bir yüz ifadesine büründüğünde, konuşurken bana değilde karşı tarafa bakması dikkatimi çekmişti. " Beni olduğum gibi kabul etmenin söylemiştim, Jennie."

Öyle böyle konuşarak ve kazasız bir şekilde garaj partisinin tam merkezine cuk diye geçi verdiğimizde, buranın dekorunu yapan kişinin gerçekten de iyi bir düşünür olduğunu fark edebildim. Çok güzel bir şekilde her şeyi seçmiş ve uyumlu bir şekilde yerleştirmişti her şeyi.

Buranın çok güzel olduğunu söylemek için ağzımı açmış ve başımı Jane'e çevirmişken az önceki heyecanlı halinin yerini şaşkınlık kapladığını fark ettim. Ve ardında hızla kolumdan tekrar çıkıverip benimle konuşurken baktığı yere doğru koşmaya başladı. O sırada bana söylediği tek şey;

"Bu asalaklar yine mi tekme tokat girişmişler birbirlerine? James ve Tae'yi kesinlikle bu sefer öldureceğim!" idi. James'ı tanıyordum bazı derslerimiz ortaktı ve Jane'in de erkek kardeşiydi. Fakat diğerinin ismini ne duymuştum ne de simasını. Tek görebildiğim şey şuan onları ayırmaya çalışanların ardından gözüken çekik gözleriydi. Sanki... fazla beni andırıyordu, ya da ben öyle düşünmek istiyordum.

Ne yapacağımı bilemez bir şekilde etrafıma bakınırken tek istediğim şey, bu gecenin sonun kötü bitmemesiydi.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 21, 2019 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

la'now del┆taennieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin