~

58 10 5
                                    

Kimsenin adını bile tam olarak bilmediği, sadece çocuklu ailelerin pahalı tatil köylerine giderken arabaları bozulduğu için kalmak zorunda kaldığı, bira ve seksin kokusunu yüz metre öteden alabileceğiniz bir dinlenme tesisinin yeraltı barındaydık. Her yerden gelen orta yaşlı adam kahkaları yan kısımdaki odalardan gelen kadın çığlıklarıyla karışıyordu. Mekan çok büyük değildi ama içine alabildiği insan sayısı inanılmazdı. Etrafta öyle bir ter ve sigara kokusu vardı ki Jungkook'un hâlâ bayılmadığına şükrediyordum. Yaklaşık bir hafta önce çıktığımız yolculukta -aslında yolculuktan çok habersiz bir şekilde kaçmış sayılırdık- birçok yere uğramıştık. Tanrıya şükür ki hepsinde merhametli insanlara rastladığımız için yatacak bir yerler bulabilmiştik. Babamdan çaldığım eski model arabamız dışında hiçbir şeyimiz yoktu. Ne yanımızda yedek kıyafetlerimiz, ne de hijyen malzemelerimiz. Bir hafta içinde sadece bir kez duş alabilmiştik ve şimdiden saçlarım yağlanmıştı. Her sabah dişlerimizi işaret parmaklarımızla fırçalamamız da yeterli olmuyordu. Sürekli içtiğimiz biraların kokusu üzerimizden gitmiyordu. Bir haftadır yetirmeye çalıştığımız bir paket sigaradan simdiye kadar çok az içmiş olsak bile sigara kokuyorduk. Tamamiyle kirliydik. Eğer tek başıma olsaydım bundan anlatamayacağım kadar rahatsız olurdum ama yanımda Jungkook olduğu sürece aylarımı böyle geçirmeye razıydım. Her sabah beni öperek uyandırıyor, gün içinde yumuşak dokunuşlarını da eksik etmiyordu. Bana bakarken gülümsüyor, çoğu zaman beni izliyordu. Meleğim gibiydi. sevgililiğimiz boyunca birkaç kez hariç hep bakımlı hallerini görmüştüm. Şimdi ise yağlı ve dağınık saçları, ter kokan kıyafetleri ve yeni çıkmaya başlamış hafif kirli sakallarıyla görmek, yaşamak başkaydı. Onun her haline alışmak isteyen ben bu hallerine deli oluyordum. Saatlerce vücutlarımızın ne kadar kirli olduğuna bakmadan sevişiyorduk ve bu ömrüm boyunca alabileceğim en güzel hediyeydi.

Muhtemelen sabah olmasına az kalmıştı. Yeraltında, hayattan tamamen uzak bu barda zaman kavramını anlayabilmek çok zordu. İçkiden ve seslerden başım dönüyordu. Jungkook'a baktığımda ise bana sırtı dönük bir şekilde sahneyi izliyordu. Sırtını izledim, yapılı kollarını ve binlerce kez sardığım ince belini. Sertçe yutkunurken gözlerimi sahneye çevirdim. Çakma sarışın bir kadın salınarak bilmediğim dilde bir şarkı söylüyordu. Mekan o kadar gürültülüydü ki melodi kulağıma zar zor ulaşıyordu. Jungkook o sırada hayran kalmış bir şekilde sahneyi izliyordu. Ama kadına hayran olduğu için değil de sahnelere ilgili olduğu için. Her zaman göz önünde olmayı tercih etmiştir. Kim bilir o kadının yerinde olmayı ne kadar istiyordur.

Barmene dönerek sahneye çıkıp çıkamayacağımızı sordum. Kadına sormamız ile ilgili bir şeyler anlattı ama anladıktan sonra geri kalanını dinlemeden önüme döndüm. Jungkook'a haber vermeden sahneye doğru ilerlerken yan taraftan bateristin yanına yaklaştım. Sahneye bir arkadaşımın çıkmak istediğini ve bu şarkı bitince çıkacağını söyledim. Kafasını sallarken diğer orkestra üyelerine de bir işaret yapmıştı. Zafer gülümsememle yerime dönerken Jungkook yokluğumu farketmişti ve gözlerini kısmış bir şekilde ona doğru yaklaşan bana bakıyordu. Yanındaki bar taburesine otururken kulağına yaklaştım. Sıcak nefesim kulağını okşuyor olmalıydı.

"Bu şarkı bitince sahneye çıkacaksın yakışıklı." Kulağının dibinde olsam bile bağırmak zorunda kalmıştım. Duyduklarıyla birlikte suratıma "Ne?" diye bağırırken gülmemi engelleyemedim. Cevap vermek için ağzımı açmışken mekanda kopan alkış tufanı susmamı sağladı. Muhtemelen kimse şarkıyı dinlememişti ama şu an mekanda korkunç bir alkış sesi vardı ve ıslıklar havada uçuyordu. Jungkook kalabalığa bakarken gözleri parladı. Bu alkışların hedefi olmak istediğini çok iyi biliyordum.

Konuştuğum bateriste yan bir bakış atarken onun da bana baktığını ve orkestradan bir üyenin çakma sarışın kadınla konuştuğunu gördüm. Biraz sonra kadın yüksek topuklu ayakkabıları ile sahneden inerken Jungkook'un kolundan tuttuğum gibi ayağa fırladım. Bunu yaptığım için pişman olmayacaktım çünkü Jungkook'un melekleri kıskandıracak türden bir sesi vardı. Bazen bana bir şeyler söylemesi için yalvarıyordum ve ancak öyle bir şeyler söyleyebiliyordu. Utandığını biliyordum ve bunu yenmesi için birçok girişimde bulunmuştum. Bunu en çok da kendim için değil onun için yapmıştım hep. Hayallerini gerçekleştirebilmesi, renkli ışıkların ve alkışların kaynağı olabilmesi için. Ama yaptığım her şey başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Şimdi ise onu sahneye sürüklerken artık vakti gelmiş gibi bana karşı koymuyordu. Sahneye ulaştığımızda merdivenleri çıkmadan önce kulağına onu sevdiğimi fısıldadım. Sonrasında koşarak eski bar taburemdeki yerimi aldım.

O ise bir süre ayakta dikilip koşuşumu izledi sonra ise nerede olduğunun farkına varıp başını sallayarak sakince sahnenin merdivenlerini çıktı. Sevgilimi o kadar iyi tanıyordum ki. Merdivenlere gerginlikten dolayı o kadar sert basıyordu ki tahta basamakların gıcırtısını buradan duyduğuma yemin edebilirim. Mikrofonu eline aldığında gürültülü mekanda tiz bir ses yankılandı. Arkasına dönüp orkestraya bir şeyler söylemiş sonrasında ise hemen yanında bulunan bar taburesine oturmuştu. Şarkı başlarken tanıdık melodi kulaklarıma doldu. Dudağımın kıvrılmasını engelleyemezken tuttuğum bira bardağını sıkı sıkıya kavradım. Jungkook gözlerini kapatmış ve kendini tamamen ritme bırakmıştı.

"My boy, my boy don't lie to me."

Şarkıyı 'my boy' olarak çevirmiş olmasına gülümsedim. Cesurdu, bir mekan dolusu orta yaşlı ve mağara adamı kılıklı insanların içinde eşcinsel olduğunu ifade edecek kadar cesurdu. Öyle ki kalabalıktan birkaç kişi lanet yağdırmaya ve sahneden inmesi gerektiğini bağırarak söylemeye başlamıştı bile. Öte yandan bu şarkının aramızdaki anlamı derindi. Kaçtığımız gece uyumadan önce kulaklarıma fısıldamıştı. Uzun parmakları ve kelebek öpücükleri yüzümü turluyordu. O anı anımsadım, bana hissettirdikleri bazen kalbimin en ücra köşelerini bile sızlatıyordu.

"Tell me where did you sleep last night?"

Gözlerini sımsıkı kapatmıştı ama aynı zamanda yüzünde rahat bir ifade vardı. Kalabalıktan sesler yükselirken şarkıyı bitiremeyeceğini şimdiden anlamıştım. Eh, onlara özel bir kapanış sunmalıydık değil mi?

"In the pines, in the pines
Where the sun don't ever shine
I would shiver the whole night through"

Oturduğum bar taburesinden sakin adımlarla kalkıp sahneye yürürken direkt olarak Jungkook'a bakıyordum. Muhtemelen bugün yaptıklarımdan sonra aklını kaçıracaktı.

"My boy, my boy, where will you go
I'm going where the cold wind blows"

Sahnenin ahşap ve yine gıcırtısını duyabildiğim merdivenleri ağır ağır adımladım. Jungkook'un yanına ulaştığımda yavaşça omzuna dokundum. Aniden sustu ve gözlerini açıp bana döndü. Yanında beni görmeyi beklemediği için şaşkınlığı gözlerine vuruyordu. Gülümserken kalabalıktan gelen sesleri dinliyordum. Birisi Tanrı'nın cehenneminde yanacağımızı, birisi iğrenç ibneler olduğumuzu, başka birisi ise ki sanırım bizi dövmeyen gelecekti kollarından falan tutuyor olmalılardı çünkü çok ağır küfürler ediyordu. Gülümsemem yediğim hakaretleri duydukça genişlerken hâlâ şaşkınca bakan Jungkook'a yaklaşmaya başladım.

Masum sevgilim benim.

Sıcak dudaklarını hissetmemle sesli bir şekilde inlemiş ve kalabalığın çığlıkları eşliğinde öpüşümün üzerine gülümsemiştim. Jungkook da eş zamanlı olarak gülümserken öpüşmeyi fazla uzun tutmadan çekilmiş ve ellerinden tutarak sahnenin kulisine doğru koşmuştum. Tahmin ettiğim gibi kuliste bir arka kapı vardı, beklemeden Jungkook ile beraber çıktık.

Nefes nefeseydim, nefes nefeseydik. Jungkook başını sallayarak gülüyordu. Yanakları ya utançtan ya içkiden ya da koşmaktan dolayı kızarmıştı.
"Sen delisin Taehyung." Kendimi tutamamış, boş sokakta kahkahamın yankılanmasına izin vermiştim. O da kendini tutamayıp gülmeye başlamıştı. İkimizde dakikalarca yaptıklarımıza gülmüş ve bir geceyi daha unutulmaz kılmıştık. Gülmemiz bittiğinde ve yorgun düştüğümüzde ise en başından beri ait olduğum yere gittim. Kollarının arasında dinlenirken saçlarımda öpücüklerini hissediyordum. Beni sevdiğini fısıldarken ellerinden tutmuş ve koşmaya başlamıştım. Sonrasında ben de söyledim ama fısıltıyla değildi. Sesim boş sokakta ikinci kez yankılandı.

"Ben de seni seviyorum."




merrhaba bu ilk denemelerimden sayılır lütfen yazım yanlışım falan varsa affedin umarım beğenirsiniz 😢💘👉👈










Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 07, 2019 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

my boy || taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin