İlk bir şey istediğimde 5 yaşındaydım. Reklamda gördüğüm Barbie bebeğini istiyordum. Onun o sarı bukleli saçları beni o kadar cezp etmişti ki annemin bigudi tokalarını kafama sararak saçımı dalgalı yapmaya çalışmıştım. Sanırım yanlış bir yöntemle uyguladım ki saçımdan bir türlü çıkaramadım. Annem olayı fark ettiğinde ince dişli tarakla tarayarak çıkarmayı denedi. Olmayınca kuaförün yollunu tuttuk ve saçlarımı erkek saçı gibi kestirdik. Başka türlü kurtulamayacaktım çünkü. O günden bu güne kadar bir daha saçıma bigudi sarmadım.
Okula başlayınca sınıfın en güzel kızı olmak istedim. 4. Sınıfta kendime eyeliner çekmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Tam bir faciaydı. Gözümün içine çekmeye çalışmışım ve kullandığım şey annemindi. Mikrop kaptı gözüm, kanlandı ve kaşınmaya başladı. 1 ay gözüm kırmızı dolaştım okulda. İşin güzel tarafı kimse bilmiyordu eyeliner çekmeye çalışırken olduğunu.
Lise 1 de nefret ettiğim kızla aynı okulda olmamak istemiştim. Aynı sınıfa düştük. Burnu havada, kendini bir şey zanneden, havalı olmaya çalışan ama aslında zavallı biri olan bir kızdı. Ailesi tarafından çok şımartılmış. Kısacık etek, daracık bluz, gözünde makyaj eksik olmazdı. Ben pantolonun içine sokulmuş tişört, gözünde gözlük saçı dağınık topuz olan uyuşuk kızdım. O sınıfta kaldı. Ben geçtim. Sınıfı geçince çalışkan olmak olgun olmak sürtük olmaktan daha önemli olduğunu öğrendim. Ben o sıra derslere yönelmiştim. Lise 2 ye geçince yine aynı ben fakat daha olgun. Benim gibi olan bir erkek arkadaşım vardı. Lise 2’nin sonunda karneleri alırken erkek arkadaşım (sevgilim değil) yanıma geldi ve “Sürtük olmadığın için teşekkürler böyle kızlar inan bana daha sexy oluyorlar” dedi ve o andan itibaren hayata bakış açım değişti.
Onunla aynı üniversiteyi tutturmuştuk. Derslerimiz tam tutmasa da ders aralarında kafeterya da oturup ders hakkında konuşurduk. Ben aklıma takılanı sorardım o bana benim anlayacağım dilden açıklamasını yapardı. Onu çok seviyordum. Aşk bazında değil arkadaş olarak. Çoğu kez yanımda olmuştur benim. Bende onun. Beraber festivallere, konserlere, etkinliklere giderdik. En son konsere gitmiştik. Zıplaya zıplaya şarkıya eşlik ediyorduk. Bir an duraksadı ve öksürmeye başladı. İyi misin falan derken oracıkta yıkıldı. Diğer arkadaşlar da vardı. Hep beraber acile gittik. Kalp krizi geçirmiş, kalbe giden ana damarlardan biri yırtılmış ve iç kanama geçiriyormuş. Çok üzülmüştüm. Hastaneye gitmekte geç kaldığımızı düşündüm. Onun yaşamasını istedim. O gece saat 4.36 da gözlerini kapattı bir daha açmamak suretiyle. O sıra bende kapattım gözlerimi hayata karşı.
O saatten sonra bir şey istemedim. Kendi şansımı kendim yarattım. Arkadaş çevresi edinmeye çalışmadım. İşe başladım. 3. Sene çalıştım. Çalıştığım yerde biriyle tanıştım ve 1,5 yıl sevgili olduk. 6 ay nişanlı kaldık ve evlendik. Ama ben hâlâ o erkek arkadaşımı unutmadım.
Evlendikten tam 3 yıl sonra çocuk yapmaya karar verdik. Evliliğimizin 4. yılında bir tane kız çocuğu dünyaya getirdim. İnanın bana doğum yaşadığım en tuhaf tecrübeydi. Şu an evliliğimin 20. yılı ve mutluyum. Mutluluğumun nedeni hayattan bir şey istememek, kendi şansımı kendim yaratıyor olmam. Bu şekilde mutluyum. Bu şekilde ayakta kalabildim.
Natalie Moore.
/ Hikaye hayal ürünüdür. Story are fictitious.