Feministliğiyle nam salmış bir kıza, yazarların kalem kırdığı, sayfalarca hunharca yırtıp yırtıp yazdığı, uğruna ölümlerin alındığı ama sonu olan bir şeydi Aşk.
Ebedi değildi. Sonsuz değildi. Kırılgan ve bir kez yaşanırdı. Çoğumuz yaşadığımız ilişkilerin çoğunu Aşk diye nitelendirdik. Karşımızdakine sonsuz güvenle, belli belirsiz atan kalbimizle karşılık verdik. Oysa ki biliyordu kalp. Beni boş yere yoruyorsun diyordu sahibine. Ben yorulduğumda sen acı çekiceksin. Sen yorulduğunda ben acı çekicem diyordu.
Her şeyin bir dili vardı aslında. Ne kadar bunun saçma olduğunu düşünsekte öyleydi. Bir bakışta,bir gülüşte etkileniyordu gözlerimiz, gülüşlerimiz, bakışlarımız. Onlar konuşuyordu, biz sadece izliyorduk.İzleyici olarak VIP yerlerimiz hazırdı bile. Her filmin sonu olduğu gibi bu gülüşlerinde, bakışlarında bir sonu vardı. Bu da aşkın sonsuzluğunu kırıyordu ve bir damla yaş akıyordu o gözlerden. Her bir ok saplanıyordu kalplere. Acıyordu, sadece acıyordu.
Aşk'ı aşk diye nitelendirmiş, bunun üzerine ne romanlar ne şiirler yazılmış ki hala devam eden bu zehri, virüsü göremiyor muyduk? Ne hızla yayıldığını, her bakışmanın, her gülüşmenin aşk olduğunu zannederek kim bilir ne kadar çok geri dönülmez, çıkmaz yollara sapmıştık. Bu dünyada birbiri için yaratılmış olan ruh ikizleri bile ayrılırken ne haddimizeydi bu zehri yaşamak, yaşatmak.
Aşk, bu yüzden sadece bir kelimeden ibaretti.Anlamı günden güne değişen insanların hayranlıkla izlediği sadece bir komedi filmiydi.