şarkılar, kuşburnu çayları ve birtakım kayıplar

366 50 21
                                    

bakışları şarkı listesini turlarken dişleriyle alt dudağına eziyet ediyordu. öne doğru eğilmiş, ellerini aygıtın iki kenarına yaslamıştı. parmaklarını metal yüzeyde hareket ettirerek hafif bir tıkırtı çıkarıyordu. şarkılara boşuna bakıyordu aslında, çünkü hepimiz biliyorduk ki söylenecek şarkılar kura ile belirleniyordu. yine de bir umuttu işte onunki de.

beni tanımıyordu, muhtemelen burada da ilk defa görmüştü. yine de, bu gerçek canımı yakmıyordu.

yalan.

onun beni tanımasına gerek yoktu, ben onu yeterince iyi tanıyordum zaten. bu ikimize de yeterdi.

yedi sayısından nefret ederdi. çay veya kahve sevmezdi, ama kuşburnu çayından ardarda üç fincan içebilirdi. o çaya karşı bir sevgisi vardı. şeker kullanmazdı. makyaj yapmadığını iddia ediyordu fakat her zaman üst kirpiklerinin dibinde incecik çekilmiş bir eyeliner olurdu. her sabah evden çıkmadan önce mutlaka sürdüğü vişneli bir dudak nemlendiricisi vardı fakat dişleriyle dudaklarını kemirmek gibi bir adeti olduğundan, nemlendiriciden eser kalmıyordu. bileğinden asla çıkarmadığı bir bilekliği vardı, bunu ona kimin verdiğini hiç kimse bilmiyordu. söylemezdi. sürekli sarı giyinirdi ama en sevdiği renkler mavi ve beyazdı. tuhaf. en sevdiği şarkı değildi ama the lazy song'u söylemeye bayılırdı. gözlerini kapatır, olduğu yerde sallanarak melodiye eşlik ederdi.

şimdi de listede o şarkıyı aradığından adım kadar emindim. renjun omzuna hafifçe dokunup ona bir şeyler söylediğinde, kaşlarını çatıp geriye çekildi. elinden gelse karaoke aletini dövecek gibi görünüyordu. şu saçma kura ile şarkı belirleme kuralından dolayı, söylemeyi en sevdiği şarkıyı söyleyemeyecek oluşu moralini bozmuştu. başını yana çevirip iki adım gerisinde onu bekleyen bana baktı. yüzündeki boş ifadenin beni tanımadığından kaynaklı olduğunu biliyordum. göğsümde birleştirdiğim kollarımı çözüp bir elimi ona uzattım. tanışmıyorsak, tanışabilirdik. elimi tutmadı. omuz silkip elimi indirdim, bu da canımı yakmamıştı.

bu da yalan.

"minhyung."

"donghyuck."

biliyordum zaten, yine de 'memnun oldum' dercesine başımı salladım. kasabadaki bu küçük kafenin saçma sapan adetleri vardı. her cumartesi, kasabadaki herkes burada karaoke içn toplanırdı. eşler ve söyleyecekleri şarkı kura ile belirlenirdi, şarkılar söylenip eğlenilirdi. genelde cumartesileri kaçmak için elimden geleni yapsam da bugün jaemin'in zoruyla gelmiştim. geldiğim gibi de onunla eşleşmiştim.

tuhaftı.

renjun elindeki kutunun içini kurcalıyordu, çıkaracağı kağıt, söyleyeceğimiz şarkıyı belirleyecekti. parmaklarının arasındaki katlanmış kağıdı açıp yazan ismi okudu. en azından bilmediğim bir şarkıyı söylemek zorunda kalmayacaktım.

i wanna be a billionaire, so freaking bad
buy all of the things i've never had
i wanna be on the cover of forbes magazine
smiling next to oprah and the queen
oh, everytime i close my eyes
i see my name in shining light
yeah, different city every night
oh i, i swear, the world better prepared
for when i'm a billionaire

şarkıya başladığında, tek düşünebildiğim sesinin ne kadar yumuşak ve rahatlatıcı olduğuydu. melodiyle o kadar güzel bir uyum sağlamıştı ki, ömrümün sonuna kadar onu dinleyebilecekmişim gibi hissediyordum.

rap kısmı benimdi, sesimin titrememesine özen göstererek onun hemen ardından söylemeye başladım. söylüyordum söylemesine fakat zihnimi ve dikkatimi şarkıya veremiyordum. hatasız söylediğimi ummaktan başka bir şey gelmiyordu elimden, çünkü her şarkı söylediğinde olduğu gibi yine tüm düşüncelerimi dağıtıp geçmişti. tsunami gibiydi adeta, zihnimde sağlam tek bir yer bırakmıyordu.

yeah i would have a show like oprah
i would be the host of, everyday christmas
give travie a wish list
i'd probably pull an angelina and brad pitt
and adopt a bunch of babies that ain't never had shit..

oh ooh oh ooh for when i'm a billionaire
oh ooh oh ooh for when i'm a billionaire..

..i know we all have a similar dream
go in your pocket pull out your wallet
and put it in the air and sing

i wanna be a billionaire
so freaking bad

son partı da birlikte söyleyip, şarkıyı bitirdiğimizde gülümsedim. bana bakmıyordu. olsundu. sorun değildi, hep böyle olduğu için buna alışmıştım. yakmıyordu canımı, acıtmıyordu kalbimi.

koca bir yalan.

gözlerimi yumup derin bir nefes verdim. göz kapaklarımı araladığımda, karşımda hiç kimse yoktu. ışıklar sönmüştü, içeride tek başımaydım. yalnızca bir saniyeliğine kapatmıştım gözlerimi, ne olmuştu ki?

sonra birden ne olduğunu hatırladım.

kafe kapanalı aylar olduğunu, renjun'in çin'e, ailesinin yanına döndüğünü, donghyuck'un artık bizimle olmadığını, jaemin'in o gün yaşananlara şahit olduktan sonra akli dengesini yitirip evden çıkmamaya başladığını.... tek kaldığımı hatırladım, buraya da her cumartesi tek başıma geldiğimi, aynı şarkıyı tek başıma söylediğimi hatırladım. artık yedi sayısından nefret ettiğimi, donghyuck'un giderken bile çıkarmadığı o bilekliğinin artık hep benimle olduğunu, kuşburnu çayının kokusunu alınca bile ağlamaya başladığımı hatırladım. o benimleymiş gibi hissetmek için aslında hiç sevmememe rağmen hep sarı giyindiğimi hatırladım.

canımın ne kadar yandığını hatırladım.

artık canım yanıyordu.

billionaireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin