Başlangıçların ve sonların bizi ne kadar rahatsız ettiğini bilsekte bekleriz. Bu bizim elimizde olan bir şey tabi. Fakat her zaman sonumuzun olduğunu düşünmek bizi rahatsız etmez. Düşünsenize süper kahramanlara olduğu gibi bize hiçbir şeyin zarar veremeyeceğini hissetmek ya da şu vampirlerin ölümsüzlüğünü yaşamak... İlk duyduğumuzda her ne kadar hoş gözükse dahi o kaçtığımız rutinleri yüzyıllar boyu bu hayattan hiç zarar görmeden yaşamak acı verirdi sanırım... Bu benim empati kurma konularımdan olabilir. Empati kurmaya, toplum tarafından yanlış bulunan bir yerde başladım. İlk empati deneyimimi Tanrılarla kurmayı denedim. Belki bu yüzden bugün burada bunlardan bahsediyorum. Benim inanç, din kavramlarında inanabildiğim tek şey eğer o bir enerjiyse veya o bir mitolojik tanrıysa ne hissederdi. Nasıl olmamızı ve bu hayatları nasıl yaşamamızı isterdi diye düşünmek bana hep yetmiştir. Önce ben diyemeyen bir insanın var olma sebeplerinden biride budur. Önce ben dememek kendinle çelişmektir. Önce ben demem'' cümlesini söylerken bile altında o kadar bencillik yatar ki aslında, bu şekilde düşünmemen için (daha çok kendimi ve bulunduğum noktayı tam anlamıyla anlatabilmek için) yazdığım cümlelerdi. Umarım bu uzatmalar size rahatsızlık vermiyordur çünkü ben bir romanı bitirebilmek için şu anlatılan incelikleri görmemezlikten gelmeye çalışıyorum ya da bırakıyorum. ''-Önce odanın demir kapısına doğru yavaşça yaklaşırken zeminde gıcırdayan ahşap sesi kulaklarımı tırmalayıp geçiyordu sanki... Korkumu belli etmemem gerekirken kızaran yanaklarımı uzun, kırık pencerelerde ki parçalanmış yansımamdan görmemek elde değildi... Tanrım, bir ses! Bu o...'' gibi cümleler, bizim hep hayal dünyamızı küçültüp tamamen yazarın isteğine göre bir labirentte dönüp dolaşmaya itiyor. Bu yüzden bunları size hissettirmekten ne kadar kaçınsamda bilinçaltım bazen bana ayak uyduramayabiliyor. Bu yazılanlar senin ve benim hayal gücümü sınırlıyor ve bu gücünüzü kullanamadığınız her şey size zarar verir. Bu da benim teorim. Bu bir aşk bile olsa kendi sonunu hazırlar. Aşkta bizim gibi sona ihtiyaç duyduğu zamanlarda sadece mantığımızla hareket ederiz çünkü hayal gücümüz kırılmıştır. Şöyle düşünelim; siz ve ben sevgiliyiz ve birbirimize uzun zamandır sevgi dolu gözlerle bakıyoruz. Bir gün, hiçbir şey yokken karşınızda ki ben o sizin çok sevdiği kadın olmaktan çıkıp sadece bu hayat için direnen basit bir beden haline geliyorum. Bu sizin benden ayrılmanız için yeterli bir sebep ve şu konuştuklarımla her ne kadar alakası olmasa da aklımda dönüp dolaşan bu paylaşım isteğimizin nereden geldiğini merak ediyorum. Bazen organlarımın bile bir paylaşım içinde olduğunu bilmek bunun bizim elimizde olmadığını düşündürüyor. Gerçekten bizim elimizde olsaydı bu şekilde olur muyduk? Peki bizim elimizde ne demek? Sana kalmış ve bana kalmış mıdır sadece? Bazen saçmaladıktan sonra durup sessizlikle cezalandırıldığımız anlardan sonra gelen "-keşke böyle deseydim..'' cümleleri varken. Ama o an biz biraz tahammülsüzlükle ve sabırsız birazda sinirle söylediğimiz bu sadece içimizde varolmuş cümleler sayesinde çok rahatlamış hatta tekrar yeri gelirse kurmamız gerektiğine inanmışken ben pekte sanmıyorum her şeyin elimizde olduğunu...
