Etraf bulanık. Buzlu bir camın ardından bakıyorum sanki hayata. Yorgunum. Çok yorgunum. Her bir adımımda daha da ağırlaşıyorum sanki. Tanıdık bir ağrı var başımda. Haraket etttikçe zonkluyor. Sesler kafamda büyüyor. Boğuluyorum.
Yürümeye devam ediyorum. Başım birden dönüyor ve yalpalıyorum. Dengemi sağlamaya çalışırken tüm bedenemi titretecek derecede bir hızla önüme çeviriyorum bakışlarımı.
Önümde bir beden var ve git gide uzaklaşıyor benden. Adımlarımı hızlandırmaya çalışıyorum. Arkasından birkaç şey söylüyorum. Söylediklerim beni üzüyor. Gidişine çok üzülüyorum. Adım sesleri kafamda yankılanıyor.
Duyduğum en acı sesin ne olduğunu sorsaydınız onun adım sesleri derdim. Ayağını her yere basarken topuğu bir çığlık gibi sürtüyor yere. Acı içinde.
Çok pişmanım. Öyle ki içim darma duman. Kendimi ve onu bu kadar üzecek ne yaptım? Neden gidiyor? Ve en önemlisi, bana bu derece acı çektiren adam kim?
Önümdeki beden arkasına döner gibi oluyor ama dönmüyor. Daha da hızlanıyor. Koyulaşmış sarı saçları rüzgarla havalanıyor. Elimi değdirmeye dahi kıyamadığım saçları.
Gidişine çok üzülüyorum, çok sevdiğim biri olmalı. Hayatımı ellerine vermiş gibi hissediyorum. Giderken benliğimi, herşeyimi alıp gidiyor.
Bir kere daha başım dönünce elimi yana atıyorum. Tuttuğum tahta soğuk ve nemli. Yağmur mu yağıyor? Farkında değilim.
Tahtaya yaslanarak kendime gelmeye çalışıyorum. Yaklaşık on adım önümde. Bir kaç çatırdama duyuyorum. Sıcak göz yaşlarıma soğuk yağmurlar ekleniyor. Ağladığımı şimdi fark ediyorum. Çatırdama sesleri artıyor ve kocaman bir gürültü tufanı kopuyor. Ellerim boşlukta.
Tüy gibiyim.
Biri adımı haykırıyor.
"YOONGİ!"
Çok acı.
İrkilerek uyandım ve gözlerimi açmaya çalıştım. Açar açmaz oluşan aydınlık başımı ağrıttı. Gözlerimi kapattım ve alışmaya çalıştım aydınlığa. Çok ışık her zaman başımı ağrıtırdı.
Bir odadayım ve bir koku var. Bu kokudan nefret ediyorum. Beni üzüyor. Karşımdaki tabloda yapmacık bir orman resmi var.
Çok yorgunum. Aylarca uyumuş gibiyim ama çok yorgunum. Elimi kaldırdım ve tepemdeki serum torbasını fark ettim. Koluma bakmaya gücüm yoktu çünkü değil kan, kırmızı rengi bile midemi bulandırır.
Kapı yavaşça açıldı ve içeri pembe kıyafetiyle bir hemşire girdi. Uyandığımda ilk gordugum yüzün başka biri olmasını isterdim.
Başım öyle bir ağrıyordu ki kafamı dahi çeviremedim. Her haraket edişimde zonkluyor gibiydi. Hemşire gözlerini bana çevirdi ve yeniden seruma odaklandı. Ardından şokla yeniden yüzüme baktı ve aşırı saçma olan soruyu sordu.
"Uyanık mısın? İnanamıyorum!"
Ve tabiri caizse uçarak çıktı odadan. Yeniden yalnız kaldım. Baş ağrım gittikçe şiddetlenirken odanın kapısı hışımla açıldı ve içeri bir kaç kişi girdi.
Orta yaşlarındaki doktor hızla yanıma geldi ve sanki hiç acı çekmiyormuşum gibi beni sarstı. Görüşüm artık acıdan dolayı bulanıklaşıyordu ve neredeyse bayılacaktım. Gözüme parlak ışığı yansıtınca daha fazla dayanamadım ve yeniden boşluğa düştüm.
Yanımdakilerin boğuk sesleri hala kulağımda. Etraf beyazlaşlaşmaya başlıyor ve önümde bir silüet beliriyor.
Kulağındaki sesler tamamen kesildi ama görüşüm hala bulanık. Önümdeki beyaz giyimli ve sarı saçlı genç ileri doğru haraket ediyor ve bir rüzgar çarpıyor yüzüme. Bense haraket dahi edemiyordum. Sanki bulunduğum bedenin içindeki kişi ben değildim ve kararları ben vermiyordum.
Uyku ve uyanıklık arasındaydım. Ara sıra odadaki sesleri duyuyorum. Yeniden yavaş yavaş ayıldım ve odadan bir "uyandı" nidası yükseldi.
Hepsi birden başıma toplandı. Çok kalabalıklar. Aralarında tanıdığım yüzler de var. Ama gördüğüm biri beni şoka uğratıyor.
Annem.
Ben küçükken hatırladığım kadarıyla mükemmel bir ailem vardı. Babam mali müşavir annemse bir müsizyendi. Babamın rutin hayatına karşın annemin hayatı çok doluydu. Her gün yetişmesi gereken provalar, performanslar ve orkestralar olurdu. Buna rağmen birbirlerine aşıklardı ve küçük kavgalar yaşasalar da unutulur giderdi.
Annem profesyonel bir piyanistti ve bilindiklerin en iyisiydi. Öyle ki ünü ülkeyi aşmıştı ve yurt dışından yığınla teklif alıyordu.
O gün korkudan dolaba saklandığım ve aşağıdan gelen bağırışmaların oldukça fazla olduğu bir zamandı. İlk defa bu kadar sesli ve kuvvetliydi.
Babamın şikayetleri, annemin itirazları hiç durmuyordu
Sonunda annem çıkıp gitmişti ve bir daha geri dönmemişti. Çektiği kapının sesi her zaman evde yankılandı.
Mahvoldum.
Anneme aşıktım. Babam annemin artık olmayan ilgisini bana vermedi. Kendini yakarken beni de yaktı. Annemden hep nefret etti. Ona dair evde ne varsa yaktı attı.
Bir piyano vardı. Annemin milyarlar baydığı piyano. Bana ilk çalmayı orada öğretmişti. Annemle beraber çaldığım bile olmuştu.
Onu da attı. Eve geldiğimde salonun en güzel köşesi bomboştu. Artık ev de bomboştu.
Annemi görmemle bulanan midem yatakta beni iki büklüm etti. Başımdaki ağrı arttı. Dehşet içindeki suratına bakamadım. Haraket etmemle acı içindeki bedenim yeniden bayıldı.
Soğuk ve nemli tahta. Üzüntü pişmanlık ve tok ayak sesleri.
Çatırdı sesleri her yeri kaplıyor ve büyük bir ses!
Tüy gibiyim
Arkamdan biri adımı haykırıyor.
"YOONGİ!"
Çok acı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
White T-shirt •taegi•
FanfictionSoğuk ve nemli tahta. Üzüntü, pişmanlık ve tok ayak sesleri. Çok yorgunum. Çatırdı sesleri her yeri kaplıyor ve büyük bir ses! Tüy gibiyim Arkamdan biri adımı haykırıyor. "YOONGİ!" Çok acı. .... 19.08.2019