1. Bölüm - Marinette

65 8 0
                                    

Alnımdaki teri silerken iplerden sıçradım ve göğsüme inmek üzere olan bir yumruktan kıl payı kurtuldum. Dağılmıştım ve yüzüm de dağılmadan toparlanmak zorundaydım. Seri bir hamleyle rakibimin dizine ve karın boşluğuna saldırdım, ilkini savursa da ikincide hızıma yetişememişti. Yumruklarım sağlam olsa da kendini toparlaması uzun sürmemişti. Rakibimin dişli çıkmasına sevinip sevinmemek konusunda emin değildim.

Kendi monologlarımın arasından beni çekip çıkartan yüzüme yediğim yumruk oldu. Yasa dışı ringde dövüşmenin ilk kuralı kalıcı darbelerden kaçmaktı. Sersemleyerek geriye doğru sendeledikten sonra iki saniye bekledim. Burnumdan gelen kanı sildim. Yüzüme ve ellerime bulaşan kanı umursayacak zamanım yoktu, hızla rakibimin üzerine atıldım. Yediğim yumruk beni toparlamaya yetmişti. Yumruklarımı aralıksız ve hızlı bir şekilde gövdesine ve karın boşluğuna indirirken ne düşündüğümü pek hatırlamıyorum ancak tüm gücümü ve hırsımı kullandığım hala aklımda.

Nihayet yere yıkıldığında hakemin araya girip üçten geriye saymasını bekledim, her ihtimale karşı gardımı indirmemiştim. Onu inceleme fırsatını ilk o an elde ettim. Siyah saçlarının bir kısmını maviye boyamıştı, kulaklarında küpe vardı. Dudağının kenarı ve sağ kaşı patlamış elmacık kemikler biraz morarmıştı. Derin derin soluklanıyordu.

"BİR! İKİ! ÜÇ! NAKAVT!" Derin bir nefes verdim, ağızımdan dişliğimi çıkarıp rakibimin yanında diz çöktüm ve tutması için elimi uzattım. Uzattığım elimi güçlükle tutup kalktığında omzuna hafifçe dokundum. "İyi bir maçtı." Alayla karışık güldü. "Senin açından tabii." Güldüm "Alışırsın." Hakem ellerimizi tutup benimkini havaya kaldırdı, "MAÇI ALAN, UĞUR BÖCEĞİ." Tezahüratlara karşı yüzümdeki kendini beğenmiş gülümsememle hakemin bıraktığı elimi yumruk yapıp yeniden kaldırdım ardından iplerin arasından sıyrılıp kendimi soyunma odasına attım. Aynada yüzüme bakıp kıkırdadım. Yüzümün her yanına bulaşmış kıpkırmızı kan kireç gibi bembeyaz olmuş tenimle büyük bir zıtlık oluştururken ördüğüm saçlarımın her yanı dağılmıştı. Kenar duran perişan haldeki kanepeye çöktüm ve yanımda getirdiğim soğuk suyu içtim. 

Bir süre dinlendikten sonra yüzümdeki maskeyi çıkartıp kanı temizledim. Üzerime temiz kıyafetler de giyince Uğur Böceği gitmiş yerine Marinette gelmişti. Aynadaki kendime gülümsedim ve eşyalarımı toparlayıp çantamı sırtlanarak şapkamı örttüm.

Soyunma odasının küçük camını açıp önce çantamı dışarı attım ve avuç içlerimden destek alarak kendimi yukarı çektim. Sağ ayağımı dışarı çıkartıp tamamen pencereden geçtim. Soyunma odası binanın arka taraftaki bir çıkmaz sokağa bakıyordu.  Ne olur ne olmaz etrafımı hızlıca kontrol ettikten sonra binanın ön tarafına geçtim. Bugünkü maçta iyi iş çıkartmıştım ve hesaplarıma göre iki maçı daha kazanmam durumunda üç aylık üniversite masrafımı karşılamış oluyordum. Derin bir soluk verdim.

Bir yandan yürürken diğer yandan ellerime sardığım bandajları söküp çantama sıkıştırdım. Ayaklarım beni eve götürdüğünde ılık bir duş alıp pijamalarımı giydim ve elimdeki buz torbasını burnuma tutarak sıcacık yatağıma girdim. Bir odalı bir evde yaşıyordum. Küçüktü ama yaklaşık iki yıldır burada yaşıyordum ve beni güvende hissettiriyordu.

Elimi sızlayan burnuma attım, duş alırken durmadan kanamıştı. İç çekerek bu işkenceye daha ne kadar katlanmam gerektiğini hesapladım. Etrafıma baktım, gerçekten minik evim beni mutlu ediyordu ve üniversite hayallerim sayesinde motive oluyordum ama, yumruklarımla kurduğum hayatım ömrümden çalıyordu. Aldığım her bir darbe benden bir şeyler götürüyordu. Bir gün bedenim dayanamayacaktı bundan şüphem yoktu.

Bir süre daha öylece uzandım ve sonra komodinin üzerindeki dergiyi elime alıp kapağına uzun uzun baktım. Moda camiasının gözdesi Adrien Agrest'ti kapak yüzü. Başını hafifçe geri atmış etkileyici bir gülümseme sunuyordu. At kuyruğu yaptığı ipeksi saçları omuzlarından göğsüne dek uzanıyordu. Elimi yüzünde ve kedersiz gülümsemesinde gezdirdim. Her şeye sahipti; para, şöhret, rahat yaşam şartları... Benim savaşarak kazandığım param ve kanlı ünümden farklı olarak o, bunların içerisine doğmuştu... Onun yerinde olmak için neler vermezdim ki... İç çekerek dergiyi ve buzu komodine koydum ve ışığı kapatarak sırt üstü uzandım, yarın erken saatte dersim vardı. 

***

Sabah her zamankinden biraz daha erken, burnumdaki keskin ağrıyla uyandım. Yüzümü buruşturarak yataktan kalktım ve aynaya baktım. Gerçekten berbat görünüyordum, gece uyurken burnumdan akan kan kuruyup kalmış ve burnumun etrafı morarmıştı. Ağrı katlanılamaz bir boyuta gelip ağrı kesiciler işe yaramayı bırakınca üzerime bir hırka geçirip evden çıktım. Bir yandan en yakın hastaneye gitmeyi planlarken öbür yandan uyduracağım bahaneyi düşünüyordum. Üzerine düştüm? Ya da ders esnasında kaza eseri, fırlatılan kalın bir kitap yüzüme çarptı? Pekala bu işte iyi değildim.

Erken saatler olduğu için olmalı ki hava oldukça soğuktu, hırkamın önünü kapatıp ellerimi cebime attım. Yarım saatlik bir yürüyüşün ardından hastanedeydim ve neticede alçıya alınmış bir burunla eve dönüyordum, harika... Eve döndüğümde hazırlanıp kahvaltı ettim, kahvaltı etmeden evden çıkamazdım. Okula gitmek üzere ikinci kez evden çıktım. Okulum evimden çok da uzak değildi, iki sokak ötedeydi ve sabahları yürümek iyi geliyordu. Büyük kapılardan içeri girdim, bahçe her zamanki gibi tıklım tıklımdı, çimenlere uzanıp sabah güneşinin tadını çıkartanlar, banklarda oturup yiyişenler, kitap okuyanlar, halka oluşturup sohbet edenler... Çimenlerin arasındaki taşlık yolda yürüyerek hızla okul binasına girmeyi planlıyordum ve mümkün olduğunca yere bakarak ilerliyordum. Henüz yolun yarısında bile değilken burnumu karşıdan gelen birine çarptım. O kadar çok canım yanmıştı ki küçük bir iniltiyle yerimden sıçradım. Karşımdaki panikle ellerini uzatıp "İyi misin!?" Diye sorduğunda acıdan yaşarmış gözlerimle ona döndüm.

Endişeyle bana bakan yeşil gözler ve çatılmış sarı kaşların sahibi Adrien Agrest'ti. Aynı okulda olduğumuza dair bir kaç şey duymuştum, ancak onu burada ilk kez görüyordum. Burnum kırıldığı için morarmış olan göz altlarım, alçım ve göz yaşlarım gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Onunla ilk karşılaşmam böyle mi olacaktı...

Yutkunarak kafa salladım "Benim hatam önüme bakmıyordum." Kaşlarını çatarak yüzümün tüm ayrıntılarını inceledi. "Gerçekten iyi olduğundan emin misin?" Dedi sesindeki endişeyi saklama gereği duymadan. Hafifçe güldüm "Daha kötü günlerim de olmuştu." Söylediğimle kaşlarını kaldırdı. Yine güldüm "Sadece şakaydı." Hafifçe güldü ve elini uzattı.

"İsminizi öğrenebilir miyim leydim?" Uzattığı elini sıktım ve gülümsedim. "Marinette." Gülümsemesini büyüttü "Memnun oldum Marinette, benimle kafeteryaya kadar yürüyüp bir kahve alır mıydın?" Küçücük bir moladan bir şey çıkmazdı. "Cömert teklifini kabul edeceğim." Gülerek okul kafeteryasına yürüdük.

Ara ara yüzümü süzdüğünü hissetsem de gözlerimi ona çevirmedim. Kafeteryaya vardığımızda bir tabak kurabiye ve iki kahve alarak cam kenarındaki bir masaya karşılıklı yerleştik. Bir süre havadan sudan konuştuk ve ben ona bölümünü sordum. Gülümseyerek cevap verdi, "Yazarlık ve senaryo yazarlığı." Hayretle kaşlarını kaldırdığım esnada kıkırdadı, "Sen de babamın izinden gideceğimi düşünüyordun." Kendi halime gülerek kafa salladım. "Gabriels'in varisi olarak işleri devralacağından neredeyse emindim." Bir kez daha güldü, "Ne yazık ki bir çöp adam bile çizemem. Bu nedenle ilgi alanıma daha çok giren bir bölüme yöneldim. Ne de olsa babamın yakın zamanda emekli olmak gibi bir planı yok." Geri yaslandım ve pencereden dışarı baktım, hava oldukça güneşliydi.

"Peki ya... Yüzün... Bu hale gelmesinin arkasında bir hikayesi olmalı." Gözlerimi ona çevirdiğimde büyük bir ilgiyle alçımı süzdüğünü gördüm. Omuz silktim, "Bir konferans esnasında iki taraf arası anlaşmazlık çıktı, çatışmanın ortasında kaldım ve yüzümün tam ortasına bir kitap yedim." İlk başta kendini tutmaya çalışsa da dayanamayıp seslice kıkırdadı ve kıkırtısı kahkahalara dönüştü. İster istemez ben de gülüyordum, iki saniye içerisinde dünyanın en komik senaryosunu ortaya atmıştım. Az sonra kendini toparladı ve boğazını temizler gibi yaparak sırtını dikleştirdi. "Üzgünüm, gülmek istememiştim." Güldüm "Gülmesen aklından şaşırırdım." Gülümseyerek kollarını masaya koydu ve dakikalarca birbirimize boş boş bakarak kahvelerimizi yudumladık.

İsteksizce de olsa kahvemden son yudumu aldım ve çantamı omuzlayıp doğruldum, "Derse yetişmem gerekiyor, umarım yeniden görüşürüz." Eliyle bir dakika işareti yaptı ve masanın üzerinde duran telefonumu alıp kendini aradı. Çağrıyı kapatıp telefonumu geri verirken doğrulup güldü, "Eğer başka bir komik anın olursa, arayıp bir kahve eşliğinde anlatmak için buluşma ayarlayabilirsin." Gülerek telefonumu çantama attım. "Arayacağımdan emin olabilirsin." Asla aramayı düşünmüyordum.

Son kez birbirimize bakıp el salladıktan sonra ters yönlere doğru ilerledik. Bu anın hayatını değiştireceğini nereden bilebilirdim ki?..

Punch || Miraculous AUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin