"Madem arkadaşın için her şeyi yapmaya hazırsın..." Dudaklarını yaladı ve Jungkook'u baştan aşağı süzdü. "Soyun o zaman."
•••
Jungkook duyduğu şeyle utanmıştı ama beklemiyor değildi. Yutkunup gözlerini kaçırdı ve yavaşça arkasını döndü, bunu onun gözlerine bakarak yapamazdı. Kuşağını gevşetip kıyafetinin dirseklerine düşmesine ve sırtının açılmasına izin verdiğinde çekingence kırmızı yanaklarıyla omzunun üstünden baktı krala. Onun kırmızı gözlerinde kendini hissettiren ateş, daha da harlanmış gibiydi.
Kafası hemen önüne dönerken hissettiği korku artmıştı. Kralın çıplak tenine dokunmasını, en ufak temasını bile istemiyordu. Fakat zorundaydı. Eğer arkadaşını kurtarmazsa vicdanı onu acı çekerek öldürecekti.
"Devam et." Taehyung keyifli sesiyle söyledi. Karşısındaki sırt bile yeterince alevliydi.
Jungkook itaat ederek hafifçe kafasını salladı ve kimonusunun kollarından da kurtulmasını sağladı. Güzel kumaş ayaklarının dibine düştüğünde, artık kralın karşısında sadece tek bir parçayla duruyordu.
Kral ayağa kalktı ve onun arkasına geçip kollarına uzun parmaklı, zarif ellerini koydu. Elleri yakıyordu sanki Jungkook'un tenini. "Nero'yu fethettiğim gibi seni de fethedeceğim." Dudaklarını onun omzunda ve ensesinde gezdirirken çaresiz gencin kafası önüne düşmüştü. Durumdan nefret etse de Jungkook bu tür dokunuşları ilk kez hissediyordu ve bu durum ondan çok etkilenmesine, daha fazlasını istemesine sebep oluyordu. "Önce senin bedenine, sonra bütün Megalos'a." Dudakları kulağının altında durduğunda sesi daha da kısılmıştı. "Hükmedeceğim."
Jungkook elinin altında titrerken kollarındaki ellerinden birini indirip gencin üstündeki son parçaya götürdü ve hızlı bir hareketle çözüp kumaşın diğeri gibi yere düşmesine izin verdi. Şimdi o güzel genç önünde ve annesinden doğduğu günkü gibi çaresizdi ve bu çaresizlik Taehyung'u daha da hırslandırıyordu.
"Yardım edin tanrılarım..." Jungkook gözlerini kapatmış kendi kendine mırıldanırken Taehyung alayla güldü. "Bu odaya adımını attıktan sonra tek tanrı benim, başkasından yardım dilenemezsin." Jungkook kendisinin bile duymadığı sesini duymasına şaşırmıştı. "Gerçi benden yardım dilensen de bu saatten sonra boşuna Jungkook."
Ellerini Jungkook'un beline koydu. Sanki... Sanki beli onun elleri için yaratılmış gibiydi. Hafifçe okşarken bir yandan yürümesini sağlıyordu. "Zaten sarhoş olmasam şu anda bir şarap yudumlamayı çok isterdim." Ufak adımlar atarak yatağın yanına vardıklarında, Taehyung bir elini okşadığı belden çekti. Parmaklarıyla cibinliği araladı. Jungkook'un yüzünü kendine çevirdi ve diğer elini de yüzüne çıkartıp çenesini okşadı. Gözleri gözlerinden ayrılmıyor, gözbebeklerinin titreyişini görebiliyordu. "Şarabın kırmızısında sarhoş olmaktansa gözlerinin mavisinde sarhoş oluyorum."
Çenesinde dolaşan elini yanağına çıkarttı. "Bu anın hayalini o kadar fazla kurdum ki..." Ellerini yeniden beline yerleştirdi. "Tahmin bile edemezsin." Yüzünü yüzüne yaklaştırdı. Burunları değerken yarım ağız gülümsedi. Dudaklarını karşısındaki ufak dudaklara sürttü, geri çekildi. "Dudaklarını tadını..." Dilini dışarıya çıkarttı, Jungkook'un üst dudağının başından sonuna kadar yavaş yavaş sürükledi. "Ne kadar merak ettiğimi tahmin edemezsin."
Jungkook gülümsedi.
Dudaklarının tadına zaten baktığını bilmiyordu ya sanki. Yalancı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
aqua et igni | taekook
FanfictionIssız bir gezegende, tek kıta üzerinde yaşayan dört krallık. En acımasızı İgnis; en serti Terra; en nahifi Anemos ve en masumu Nero. Birbiriyle dost dört asil aile, bu dört krallığı asırlar boyu barış içinde yönetti. Ta ki İgnis'in acımasız, çapkın...