Yüreksiz kavgalarımızdan usanmadık mı..

185 17 41
                                    

Sigaranın ucunda incecik çıtırdayan alev, her an sönecekmiş gibi cılız, karanlık odada aramızdaki boşluğu doldurmaya cüret eden tek varlık. Taş öğütür gibi yediğimiz akşam yemeğinin dayanağı masa silinmiş, sarılıp uzun uzun seviştiğimiz, gül kabartmalı annenin gelin eli değdirmeye pek bir hevesli fakat hiç nasip olmamış hediyesi, kanepe de olacaklardan önce kaybolmuş.. soğumaktaki çıplaklığını yasladığın koltuğu bile duyumsayamıyorum. Geçmişten başka hiçbir şeyi hissetmiyorum. O anları çağıran çok fazla seni özledimler dinledim senden bu gece, içime dalga dalga can suyunu bırakırken.. her bir yanından fışkıran sıvılarla ıslandı bedenim; terin, menilerin, göz yaşların, dilimde tükürüğün.. en sevdiğin soslu makarnanın tadını aldım.. tuzlu olmuş.. ne zaman beni çileden çıkaran bir şeye dalıp gitsem yemeklerimin tuzlu olduğunu söylerdin. Bu akşam afiyetle yerkenki sakinliğin, bu anlayış beni kör etti özlemine.. kör etti ve yetti tahammül ettiğim her şeye savunmasız duruşuma.. onlarca kez yaptım belki sana bu konuşmayı, her defasında ağlayarak kararlı gidişlerimi güzelliğinden hiç eskimeyen yüzüne haykırırken yanağıma yaslanan o sıcacık şefkatli dokunuş, bir anne gibi insanı suçlayan bu bağışlayış, sonrası öfkemizi sağaltan bir sevişme uzun ve yorucu, yine kollarında, bu duvarların arasındayım; ne kendim olabildiğim ne de kendimi bulabildiğim..

Yere saçılan küllere ifrit olduğunu bile bile parmağımın ucunda silkiyorum sigaramı. Ne gördüğünün farazi kaldığı bu karanlıkta yere saçılmış, kıyafetlerim gibi, silik bu griliği nemli bir bez yordamı ile kolayca silişin gibi silemeyeceğin bir duruş bırakıyorum pencerenin önünde. Ardımdan neye baktığımı merak ederek esefle dolaşacak koca bir şehir çiziyorum karacık gözlerine.. beni sana rapteyleyen gözlerine.. beni sana aldatan gözlerine.. beni tövbeler yorgunu kılan gözlerine.. senden her şeyi geride bıraksam bile bu geceden sonra, gözlerimi kapadığım bir refleks boyu o anlık karanlıkta, orada beni bulan gözlerine.. yalan yok, çok sevdim gözlerini.. yine olsa yine severim, iflah olmazım.. ışık üzerimize bir dökülse avizelerinden, bana bir dokunsalar yine kanmaktan korkuyorum şimdi bile.. benim oynak tahammülsüzlüğümü senin suskun sabrını örten bu karanlığı sigaramın ucunda söndürmek istiyorum. Hadi geçmiş olalım.. geçmiş olsun her şey.. ne kadar sevdiysek, ne kadar sevildiysek unutulmuş bir anı olsun. Öyle unutalım ki hiçbir nostalji çağıramasın biz olan şeyleri.. sen ve ben.. ayrı özneler olalım aynı cümleye düşecek olsak bile.. bu hep böyle oldu çünkü.. sen hep ayrı bir özne, kendine ait bir biz, öyle ki bir ben olamadım içinde, yarattın. Suskunluğunda oyalandığın mağaranda resimlerim asılı bundan şüphem yok.. bir çıldırmanın eşiğinde yüce sakinliğine hayranım. Kendimden nefret ediyorum.. en çok ve bir tek o bakışları takındığın zaman..

Hatırlarsın. Unutmadığına da eminim. Aşktan başımızın döndüğü o ilk delikanlılık çağımızda dillerimiz yarışırcasına birbirine dolanıp sarıldığında yatağına uzandırmıştın beni. Baban balkonda anteni bir o yana bir bu yana çeviriyordu ekrandaki maçı izlemek için, koşan adamın hangi takıma ait olduğunu bilse yeterdi, çanak anten takmaya ahdediyordu. Hangi takımı tuttuğumu sorduğunda futbola ilgimin olmadığını söyleyince yumuşakça bakmıştı bana. Sakin bakışların bantla sıkıca sarılmış kumandada duruyordu. Bir şeyleri zorla bir arada tutarak devam ettirmek sizin ailenin huyuymuş meğer. Annen, ondan aldığın belli olan, yüce suskunluğunda ertesi günün yemeği için fasulyeleri ayıklarken ders çalışmaya diye çekildiğimiz odanda hayranı olduğun uzun bacaklarımın arasında yol alırken sen bir avuç tükürüğünle ıslattığın acımı dudaklarımı kanatarak susmuştum. Ekrandan gol nidaları sokağınıza taşıyor, iniltilerimizin taşkınlığını perdeliyordu. Annen sabırla fasulye kırıyordu, sen seversin diye. Senin sevip de sevmediği bir ben vardım. Onu da o gecenin sabahında odanda tuttuğu kavanozlardan almak için içeriye girdiğinde seni bana beni sana sımsıkı ve yorgun sarılmış, birbirimize neler yaptığımızı örtemeyen çarşafa dolanık bulunca gösterdi ilkin. Yüce bir suskunlukla süren kahvaltıda yüzüme bir daha biricik oğluna yaklaşmamamı söyleyen anlayışlı bakışla sakin, son kez güzelce ağırlamış ve bir daha da hiç bakmamıştı. Baban varlığımı hep yok saymıştı. Aramızda dönen hikâyeyi muştuya dönüştüren bu bilip de bilmemezlikten gelmeler beni hep geriyor, senden itip yine sana çekiyordu. "Ne fark eder?" demiştin.. ne fark eder? "Ben seni seviyorum ya.. ne farkeder?"

Aynada sustuğun kim..Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin