Andrew gözlerini hızla açtı. Etraf çok aydınlıktı ve onun gözlerini kamaştırdı. Görüşü bulanık olan Andrew nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yatağında değildi, evinde bile değildi. Kafası allak bullak olmuştu ki bir anda karşısındaki yumruğu fark etti. Yumruk ona doğru gelmiyordu. İkinci bir bakışta yumruğu kendisinin attığını fark etti. Bulanık görüntüler arasında yumruğu kime, hatta neye attığını seçemiyordu. Zaman sanki durmuştu. Aslında hayır, durmamıştı, oldukça yavaş ilerliyordu. Andrew hala nerede olduğunu sorgularken yumruğu bir bilinmezliğe doğru gitmekteydi. ''Sorun yok'' diye düşündü. Nede olsa yumruğu o atıyordu. Korkması için bir sebep yoktu, bir bilinmezliğin içinde olmasının dışında. Andrew kendini bırakıp zamanın geçmesini bekliyordu.
Olmuyordu. Her şey çok yavaştı. Anlam veremiyordu. Bir anda kafasında bir fikir parlayıverdi. Anlamak istiyorsa her şeyin başlangıcına geri dönmeliydi.
Andrewin kafasına birden ''Büyük Patlama'' canlandı. Kendi içinden gülümsedi. ''O kadar geriye değil.'' Ardından kendi doğumunu gördü. Yada kendi doğumu olduğu sandığı bir doğum sahnesiyle karşılaştı. ''Bu da değil'' diyerek aklındaki görüntüyü geçiştirdi. Sonunda o günün sabahında uyandı kendi yatağında. Hava hala karanlıktı. Odanın açık penceresinden içeriye buz gibi esen rüzgarın peşine titredi sıcacık yatağında. ''Çıkmak istemiyorum, Bu gün berbat olacak''.
Her zamanki gibi yorganını fırlatarak kalktı ve koşar adım pencereye yöneldi. Pencereyi hızla kapattı. Titriyordu. Yatağa girmeyi düşündü. ''Bir daha çıkamam'' diyerek o düşünceden vaz geçti. Sanki tekrar sabahı yaşıyordu Andrew. Sanki zaman geriye sarılmıştı. ''Akışına bırak'' dedi ve banyoya girdi. Sıcacık duşunu alıp üstünü giyindikten sonra kahvaltı için mutfağa koştu. Dolabı açması ile kapatması bir oldu. Yemek yapamadığını hatırladı ve Odasına geri döndü. Telefonuyla cüzdanını alıp evden çıktı. Tek amacı ''o'' ana anlam kazandırmaktı.
İşe gitmesi gerektiğini hatırladı. Her zamanki durağa gidip dolmuşunu bekledi. ''Yine o his'' Andrew kalbini tuttu. Acı çekmiyordu. Sadece üşüyordu. Kalbi üşüyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar herşey eski haline dönmüştü. Dolmuş geldi ve Andrew dolmuşa bindi. Buram buram ter kokan dolmuşta şöförün bağırması ile arkalara doğru ilerledi ve normal bir vatandaş gibi boşluğu doldurdu. Kafasındaki soru işaretleri git gide artıyordu. Hiçbirisine yanıt bulamıyordu.
Dolmuştan inen Andrewi gözleri kamaşmıştı. ''Buldum mu ?'' diye heyecanlandı. Fakat bulduğu tek şey karşı apartmandan gözüne yansıyan güneşti. Gitmesi gereken bir ton yol vardı daha. Yürümeye başladı tek çare olarak. Limana gidiyordu. Yolda gözünün önünü bile görmüyordu aslında. Yinede tüm kararlılığı ile ilerliyordu. Kafası bu kadar bulanıkken nasıl yürüyeceğine bile odaklanmamıştı. ''Ya ölüyorsamda bunlar son anlarımsa'' diye düşündü. Bir anda olduğu yerde durdu. Yanından geçenlerin çarpan omuzları umrunda bile değildi. ''Belki son bir şans verildi'' Kalbi küt küt atmaya başlamıştı. Daha önce ölümle hiç yüz yüze gelmemişti fakat oldukça soğukkanlı davrandı. ''Bu şehirden gidiyorum'' Andrewin kafasındaki tek düşünce o çöplük gibi şehirde ölmeyeceğiydi. Doğduğundan beri o şehirdeydi ve başına tek bir iyi olay bile gelmemişti. Öleceğinden şüpesizdi. Limana doğru devam etti. Bulduğu ilk tekneye atladı. Nereye gittiğini bile bilmiyordu. Olanlar onun kafasını dahada karıştırmıştı. Artık öfkeliydide. Yumruğunu sıktı. Her şeyin bu kadar anlamsız olması onu sinirlendirmişti. ''Belkide o gün bu gün değildir'' diye kendini rahatlatmaya çalıştı. ''Biraz uyursam belki düzelir'' dedi kendi kendine. Buna o bile inanmamıştı. Yinede kafasını koltuğa yaslayıp gözlerini kapadı.
Andrew gözlerini hızla açtı. Etraf çok aydınlıktı ve onun gözlerini kamaştırdı. Görüşü bulanıktı. ''Geri mi döndüm'' Kalbi küt küt atmaya başlamıştı. Fakat görünürde ne yumruk vardı nede başka birşey. Yerde yattığını farketti. Ağzında sıcak bir sıvı vardı. Tadı iğrençti. Bir anda titremeye başladı. Üstüne baktığında kıyafetlerinin kesikler içinde olduğunu fark etti. Kanlar içindeydi. Ağzındaki sıvıyı tükürdü. Koyu kırmızıdyı. Anında kan olduğunu anladı. Birden ayağa fırladı. Etraf kararmıştı. Sanki bir mağaraya girmişlerdi. Önünde boş bir koridor vardı. Koridorun sonu aydınlıktı. Andrew artık düşünmüyordu. Tek istediği evine, sıcak yatağına geri dönmekti. Yürümeye başladı. Heycandan duramıyordu. Korku onu koşmaya zorladı. Sonunda ışığa varmıştı. Attığı adım ile Gözlerinin kapanması bir oldu. Şiddetli rüzgar onu geri itmişti ama Andrew kararlılıkla devam etmişti.
Andrew gözlerini tekrar açtı. Hava aydınlıktı ve gözünü kamaştırıyordu. Görüntü bulanıktı. İçinden ''YETER !'' diye bağırdı. Sesi çıkmamıştı. Öfkeyle yumruğunu sıktı ve ileriye doğru savurdu. Her şey yavaşlamıştı. Yumruğu haraket etmeyi neredeyse kesmişti. Andrew o kadar sinirliydi ki gözleri dolmuştu. Kendini tutamadı. Sessizce ağlamaya başladı. Yeter diye bağırıyordu. Ölmek istiyordu. İsteği tanrılar tarafından kabul edilmiş gibiydi. Andrewin görüşü geri geldi. Karşısında hiçbirşey yoktu. Tam bir bilinmezliğe adım attığını o anda fark etmişti. Yere baktığında gördüğü manzara onu dehşete düşürmüştü. Ayağının altında bulutlardan başka birşey yoktu. Andrew ne kadar çırpınsada haraket edemedi. Düşmeye başladığını anladığında herşey çok geçti. Arkasına baktı. Az önce çıktığı yer sanki bir buluttu. Andrew gözlerini kapadı ve kendini boşluğa bıraktı.
Saatler geçmişti fakat Andrew hala düşüyordu. Bunun bir sonu yokmu diye düşündü. Yoktu. Bekledi, bekledi ve bekledi. Sonunda bir noktacık oluştu. Siyah ufak bir nokta ona doğru yaklaşıyordu. Hayır. Andrew noktaya yaklaşıyordu. Nokta giderek büyüyordu. Andrew yine bir bilinmezliğe doğru dalıştaydı. Fakat büyüyen nokta bir anda bir şehre dönüştü. Gökdelenleri apartmanları ve sokakları ile başlı başına bir şehir vardı altında. Andrew hala düşüyordu. Kendi evini gördü yukarıdan. ''Sonum bu şehir mi olacaktı''. Andrew ağlamayı kesti ve kaderini kabul etti. Kafasında ölümü kabullenmişti. Sadece herşeyi bitmesini istiyordu. Kaldırmla yüz yüze gelmişti Andrew. Yine o his. Küt küt atan kalbine dikkat kesilen Andrew hayretle duraksadı.
Merakla kafasını kaldırdı. Hava hala karanlıktı. Kafasını tekrar yukarıya kaldırdı. Üstünde beyaz bir duvar vardı. Hayır. Üstünde tavan vardı. Kendisine baktı. Üstünde yorganını altında ise yatağını gördü. Odanın açık penceresinden içeriye buz gibi esen rüzgarın peşine titredi sıcacık yatağında. Ağzından dökülen kelimelerden sonra gözlerini yumdu o sefil hayatına. ''Anladım''