İlk Gün

80 5 1
                                    

-Melanie-

Sadece birini kurtarabilirdim. Ama hangisi kurtaracaktım, beni bugüne kadar büyütmüş anneannemi mi yoksa 4. sınıftan beri aşık olduğum ve sonunda lise sonda çıkmaya başladığm Ashton'ı mı? İkisi de bir ayağından iple tavana asılmışlardı ve yüzlerinden dehşet okunuyordu. İkisini de çok seviyordum. Ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Birden tavan yıkılmaya başladı ve ıslandım.. Ne ıslandım mı? Su yoktu ki nasıl ıslanabilirdim? 

Gözümü açtığımda anneannemin bana su fışkırttığını gördüm. "Oh be, sonunda uyanabildin, iki bardak suyu boşaltmak zorunda kaldım. Hadi kalk kahvaltı hazır okula geç kalmak istemezsin." diye şakıdı benim tombiş yanaklı anneannem. Erken kalkmaktan nefret ediyordum. Alarmımı duysam da, (Ki bu çok nadir oluyordu.) beni uyandırabilecek kadar güçlü değildi. O yüzden her sabah zavallı anneannem erkenden kalkıp bana kahvaltı hazırlar sonra da beni kaldırmaya gelirdi. Ona sahip olduğum için kendimi hep şanslı hissetmişimdir. Bir dediğimi iki etmez. Annemla babam ben 3 yaşımdayken tafik kazasında yaşamlarını kaybettiklerinden beri anneannem benim hem annem hem de babam olmuştur.

"Mel, hadi kuzum ne duruyorsun, kalk da kahvaltı edelim!" diye bağırdı anneannem mutfaktan. Yavaş bir şekilde yataktan kalktım. Banyoya resmen sürünerek gittim. Aynada kendime baktım. Aslında güzel bir kız sayılabilirdim. Kocaman maviş gözlerim ve uzun kumral saçlarım vardı. Boyum 173 olmasına rağmen kendimi Ashton'ın yanında çok kısa hissediyordum. Çocuk 185 boyunda, resmen benden bir kafa boyu uzun. Banyoda kendime bakmaya çok kaptırmış olmalıyım ki anneannem tekrar bağırdı.

"Meeeel, tuvalete falan düşmedin değil mi?" Hemen banyodan çıktım ve koşturarak (Hala ayılamadığım için okyanustan buz kütlesine çıkmaya çalışan bir fokbalığını andırdığıma emindim.) mutfağa gittim. Anneannem özel yapım sallanan sandalyesinde oturuyordu. Ben de kendi yerime oturdum ve hemen yemeğe başladım, yoksa gerçekten geç kalacaktım. Üniversite'nin ilk gününe geç kalmak gerçekten de çok güzel olmazdı. Dürüst olmak gerekirse çok heyecanlıydım. İlkokulda, ortaokulda ve lisede aynı okula gittiğim Ashton (Erkek arkadışım), Luke (1. sınıftan beri en iyi arkadaşlarımdan biri), Michael (Luke'un arkadaşı) ve Eleanor'la ( En iyi arkadaşlarımdan biri) aynı üniversiteye de gideceğime inanamıyordum.

Kahvaltımı çabucak bitirdim ve anneannemin eski vosvosuna bindim. Eleanor vosvosumla dalga geçse de bence çok şirin bir arabaydı. Rengi yeşildi, hem de fıstık yeşili. Yanıma gerekli olan her şeyi aldığımdan emin olduktan sonra tombiş anneanneme el salladım ve yaşlı vosvosu çalıştırdım. Yolda Eleanor'u da almam gerekiyordu çünkü bir türlü ehliyetini alamamıştı. Yani vosvosumla ne kadar dalga geçerse geçsin binmek zorundaydı. 

10-15 dakika sonra onun evinin önüne gelmiştim. Her zamanki gibi hazır bekliyordu demeyi çok isterdim ama maalesef Eleanor çok dağınık bir insandır ve her şeye geç kalır.

Yaklaşık 5 dakika sonra camımda bir tıkırtı hissettim. Gözlerimi telefonumdan cama yönelttiğimde yaşlı bir amcanın bastonu camımı kırarak gözüme girdi! Acıdan kıvranmama rağmen yaşlı amca bana vurmaya devam ediyordu. Ama sonunda bastonu yakalayıp yan koltuğa koydum ve arabadan indim.

"Amca napıyorsun yaa! Manyak mısın nesin? Bastonla gözümü oydun resmen!" diye cıyaklarken bir yandan da baston girmiş gözümü tutuyordum.

"Kızım sen de benim yerime park etmeseymişsin. Burası benim yerim. Senin yüzünden geç kalıcağım kahvaltıya, çık hemen yerimden" diye bağıran amcayı pataklamak istiyordum. Ayrıca bu 80'lik nasıl araba kullanabiliyordu ki? Gerçi adam baya güçlü olmalıydı, resmen gözümü oymuştu. 

"Ama amca sende yerinde duran herkesin arabasının camını kırıp gözünü oyamazsın ki! Akıl var mantık var, söylesen çıkardım herhalde değil mi!" diye amcanın yüzüne tükürerek bağırırken Eleanor geldi. 

"Pardon Melanie ya, beklettim yine gali-" diyecekken gözümden kanlar fışkırdığını görünce sustu ve koşarak yanıma geldi.

"Mel, ne oldu sana böyle iyi misin hastanaye gidelim mi" dedi ve çantasından peçete çıkarmaya çalıştı. Bense hala amcaya çok kızgındım. Gözümü oymakla beraber üniversitenin ilk gününe geç kalmama sebep olacaktı. Amcanın arabasından (Adamın Mercedes'i vardı!) en az onun kadar yaşlı bir kadın çıktı. Bize doğru kaplumbağa hızında ilerlemeye başladı. En azından bunun bastonu yok diye düşünürken kadın birden cırlamaya başladı.

"John, tatlıııım bu cadı kız sana kötü bir şey mi yapıyooor?" diye bağırdı. John Amca a.k.a. Göz Oyucu (a.k.a. : namı diğer) karısı olduğunu düşündüğüm kadına "Evet hayatım, bu kız benim bastonumu elimden sertçe çekerek aldı neredeyse düşüyordum." diye ispiyonladı. 

Bende artık şalterler atmaya başlamıştı. Eleanor da bunu anlamış olacak ki beni arabanın yolcu koltuğuna bindirdi, bastonu amcanın arabasına fırlattı, araba kullanmayı bilmemesine rağmen sürücü koltuğuna bindiği gibi gazladı. O amcadan uzaklaştığımda ne kadar mutlu oldum bir bilseniz(!)

"Sağol Eleanor ya artık insanlar gerçekten delirmeye başlıyor." diye yakındım. Eleanor da "Sorun değil de ben özür dilerim zamanında gelseydim bunlara katlanmak zorunda kalmayacaktın. Neyse ben kenara çekiyim de sen sür biliyorsun hala çok düzgün süremiyorum" dedi ve kenara çekti. Aslında tam da kenara çekemedi ama sürmeyi bilmeyen birine göre gayet iyiydi bence.

Sürücü koltuğuna geçtiğimde her zamanki gibi Eleanor'a takıldım. "Eee Luke ne yapıyor? İyi mi?" diye sorar sormaz her zamanki gibi yüzü kıpkırmızı oldu. Kaç yıldır Luke'dan çok hoşlanmasına rağmen bir türlü itiraf edemiyordu. Ama Luke da yani hoşlanılmayacak gibi biri değil. Çocuğun sapsarı saçları ve muhteşem mavi gözleri var ayrıca bacakları afet. Beni sapık biri olarak algılamayın lütfen ama Allah çocuğu baya özenerek yapmış. Üstelik çocuk 190 boyunda. Bence Eleanor'la çok yakışırlardı neden böyle yapıyor anlamıyorum. Bence çok güzel bir kız. Onun da saçları sarı ama çok değişik bir sarı, içinde kahverengiler, siyahlar ve sarının bir çok tonu var. İkimizin de saçı dalgalı. Eleanor'unki benimkinden biraz daha kısa. Gözleri kahverenginin koyu bir tonunda. Onda çok kıskandığım bir şey var ki o da boyu, kız 179! İnanabiliyor musunuz benden 6 santim uzun.

"Mel, sana kaç kere söyleyeceğim, biz sadece arkadaşız. Ayrıca o beni sevmiyordur ki." dediğinde köpürmemek için kendimi zor tuttum. Luke Eleanor'dan çok hoşlanıyordu ama ona söylemeyeceğim diye söz vermiştim. Lanet olsun keşke vermeseymişim. Ama olsun, Muhteşem Melanie herşeyi çözer. Bu ikisini kesinlikle birleştireceğim bu yıl. 

Tek gözle sürmeme rağmen okula ulaşabildik. Gözüm biraz düzelmeye başlamıştı bulanık da olsa görebiliyordum. Bütün yaz boyunca Avustralya'da ailesinin yanında olduğu için Ashton'ı çok özlemiştim. Arabayı park ettim ve arabadan indik. Yeni okul kokusunu içime çekmek için gözlerimi kapattım. Gözümü açtığımda önümdeydi. Muhteşem sarı-turuncu-kahverengi saçları, kehribar gözleri ve sadece ona özel olan o büyük gülümsemesiyle önümde duruyordu. 

"Meeeel, seni çok özl-" Onu o kadar çok özlemiştim ki konuşmasını bölerek boynuna atladım. (Babasına sarılan küçük bir kız gibi mi görünüyordum acaba?) Ash'in ona özgü bir kokusu vardı. O kadar güzeldi ki  kelimelerle anlatamazdınız. 1 dakikalık (Bana çok kısa gelen) sarılmamızdan sonra Eleanor'un sesiyle kendime geldim.

"Siz iki aşk kuşu ayrılsanız da okula girsek artık." diyerek imalı imalı baktı. "Tamam hadi gidelim o zaman." dedim, Ash'in elini tuttum (Onu çok sevdiğim için yani yoksa diğer kızlara onun benim olduğunu göstermek istememle hiç bir alakası yoktu.) ve yeni okulumuzun yolunu tuttuk.

YENİ BİR HAYATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin