Bu bölümde aynı olayı hem Melanie hem de Eleanor'un açısından okuyacacaksınız. İyi eğlenceler! Umarım beğenirsiniz :)
-MELANIE-
University Of London (Londra Üniversitesi) düşündüğümden de güzel bir yere benziyordu. Hayatımda gördüğüm en büyük ve en güzel kampüse sahipti. Eleanor'la ortaokuldan beri yaşama hayalini kurduğumuz şehir olan Londra'ya sonunda taşınmıştık. Küçük de olsa şehirden uzak şirin bir evimiz vardı. Yemek yapmayı çok iyi bildiği ve çok güzel yaptığı için bütün yemekleri Eleanor yapıyordu. Tabii ki bazen, sırf ingiliz aksanlı yakışıklı erkekler görmek için Domino's veya McDonalds sipariş ettiğimiz de oluyordu. İngiliz aksanına nedense ikimiz de bayılıyorduk.
Çok para kazanamasak da ikimiz de Starbucks'da yarı zamanlı olarak çalışıyorduk. Her gün Ash Luke ve Mikey sohbet etmek ve bir şeyler içmek için geliyorlardı. Her neyse okula geri dönelim...
Tam kapıdan girecekken biri bağırdı: "Bana hoşgeldin yok mu prensesler?" Sesi hemen tanımıştım.
"Lukey!" diye çığlık attım ve Ash'in elini bırakıp ona koşturdum. O şapşal şeyi de çok özlemiştim. O da yazın Michael'la Avustralya'ya ailesinin yanına gitmişti. Aynı yaşta olmamıza rağmen onu hep ağabeyim olarak görmüşümdür. O da beni hep onun kardeşiymişim gibi sevip korumuştur. Kollarını açmış bekliyordu.Hemen onun o sıcacık ve rahat kollarının arasına girdim. Biraz sıkı sarılmış olmalıyım ki Luke "Uff yavaş ol Mel, yahu kaburgalarımı kıracaksın!" diye bağırdı. Özür dileyerek ayrıldım. Mavi gözleri çok güzel parlıyordu. Tam Eleanor'un sevdiği gibi diye düşünmeden edemedim.
"Hoş geldin! Tatil nasıldı? Seni çok özledim. Bir daha bu kadar ayrı kalmayalım." dedim ve tekrar sarılıp bıraktım. Çaktırmamaya çalışsa da gözleri Eleanor'un üzerindeydi. Ona daha rahat baksın diye tam Eleanor'un yanına geçtim (Biliyorum biraz salakça bir hareketti ana en azından bunu yapabileyim) Eleanor da az değildi hani o da çaktırmadan (Ki bence gayet de çaktırıyordu) ona bakmaya çalışıyordu. Birbirlerini gerçekten çok özlemiş olmalıydılar.
"Ben de sizi çok özledim. Tatil iyiydi ama gerçekten sizsiz olmuyor." dedi Luke. Baktım ki Eleanor'dan hiç bir tepki yok ben de biraz yardımcı olayayım dedim. "Luke geldiğin için gerçekten çok memnunum, bütün yaz Eleanor Luke da Luke diy-" Eleanor bacağımı resmen çiftelediği için (!) susmak zorunda kaldım. Üniversite'nin ilk gününde bir gazi olacağımı söyleseler (affedin ama) kıçımla gülerdim. Ama hem gözüm hala mosmordu ve zonkluyordu hem de Eleanor sağolsun, bacağım şişecekti! Yan yana durduğumuz için Ash de Luke da çifte olayını göremedi. O yüzden birden yüzüm morlaşmaya başlayınca panik oldular.
Luke "Mel, ne oldu iyi misin? " diye sorarken Ash de koluma girmeye çalışıyordu. "Yok bir şey ya iyiyim ben, hadi girelim artık şu Üniversiteye!" diye cırladım. Bacağım gerçekten çok acımıştı, Luke'un ilerde Eleanor'a kötü bir şey söylememesi ya da istemediği bir şeyi yapmaması onun bacak sağlığına yararlıydı. Gerçi Eleanor Luke'a o kadar aşıktı ki ona fiske bile vurabileceğinden emin değildim.
Sonunda okulun içine girebilmiştik. Kapıdan geçerken Eleanor kulağıma "Özür dilerim." diye fısıldadı. Benim ona ifadem ise sirke içmiş bir ayıya benziyordu.
Okulun sınıfları devesaydı. Biraz eski bir okul havası olsa da yine de mükemmel görünüyordu.
Eleanor'la ilk günümüzdeki derslerimizden hiçbirinin aynı olmamasına çok üzülmüştüm ama Luke'la ilk ve son derslerinin aynı olduğunu öğrenince havalara uçtum. Zilin çalmasına az kalmıştı, gözüm artık, çevresindeki morluk dışında tamamen iyileşmişti. Kafeteryaya gidelim dedik. Hem belki Michael da gelirdi. Ona gelince bizi aramasını söyleyen bir mesaj yazdım.
Tam gönder tuşuna basacaktım ki biri gözlerimi kapattığı için gönderemedim.
"Ashton dur bir dakika ya Michael'a mesaj atıyorum!" dedim. Eleanor "Mikey gelmişsiiiin!" diye çığlık attı. Ashton ellerini çekt- " Aman tanrım gözlerimi kapatanın Ashton değil Michael olduğuna inanamıyordum! Yine saçlarını farklı bir renge boyatmıştı (Yeşildi kırmızı yapmış), bence çok yakışmış. Bende "Mikey!" diye bağırdım ve Eleanor'la beraber ona sokulduk. Kısa bir süre sonra ayrıldık, ilk Michael konuştu. "Meleklerim benim sizi çok özledim. Nasılsınız?" dedi. Sonra gözümü fark etmiş olmalı ki yarı endişe yarı da muzurlukla sordu: "Ne o, gözüne Ash Sausage mı girdi Mel?" Duyar duymaz kıpkırmızı kesildim.
Bilin diye söylüyorum biz Ashton'la 'O Şey' den yapmadık. Yani tabii ki öpüştük ama daha ileri gitmedik. Ay neyse ya konuştukça batıyorum ben, konumuza dönelim.
"Hayır tabii ki Michael, baston girdi." dedim."Ay geçmiş olsun." dedi ve bize tekrar sarıldı. Sonra zil çaldı ve hepimiz kendi derslerimize gitmek için dağıldık.
-ELEANOR-
Ve işte geliyordu. O muhteşem sarı saçları ve masmavi gözleriyle bize doğru yürüyordu. O saçlar yumuşacık olmalıydı, insanın eliyle karıştırası geliyordu. Bir insanın bu kadar mükemmel olmasını aklım almıyordu. Hiç sevmediğim piercing bile onda çok seksi duruyordu. Onu seviyordum, hayır, ben ona geri dönülemez bir şekilde aşık olmuştum. Onun o gülüşünü görmeden yaşamak dahi istemiyordum. Bütün yaz onu düşünmeden duramamamıştım. Mel'e itiraf edemesem de ben Luke'suz yaşamak istemiyordum, yaşayamazdım.
Biraz daha yaklaştığında gülümsedi ve gamzeleri ortaya çıktı. Kimsede bu kadar güzel gamzeler bulamazdınız. Bize seslendi: "Bana hoşgeldin yok mu prensesler?" Sesini duymak bana ninni gibi geliyordu. Mel koşarak ona sarıldı. Keşke şu utangaçlığımdan kurtulabilseydim de ben de ona sarılabilseydim diye düşündüm içimden. Kolları sıcacık ve çok rahat olmalıydı. Ama onun gibi mükemmel biri benim gibi biriyle asla ilgilenmezdi ki.
Mel ona: "Hoş geldin! Tatil nasıldı? Seni çok özledim. Bir daha bu kadar ayrı kalmayalım." dedi ve tekrar sarılıdı. İtiraf etmek gerekirse çok kıskandım.
Luke tekrar sırıtarak, ona cevap verdi. Ona baktığımı belli etmeden bakmaya çalıştığım için ne dediğini anlayamadım. Tam Mel ona yazın sürekli ondan bahsettiğimi söyleyecekken susması için bacağına ayağımla geçirmek zorunda kaldım. Sanırım biraz fazla acıtmış olmalıyım ki yüzü morardı. Zavallı Mel, bugün de başına gelmeyen kalmadı. Ash'le Luke yardımcı olmaya çalıştı ama Mel onları savuşturdu ve okula girmemizi söyledi.
Kapıdan geçerken Mel'in kulağına "Özür dilerim." diye fısıldadım. Ama tepkisi çok da hoş değildi.
Biraz eski bir okul olsa da İngiltere'deydim! Kaç yıldır bunun hayalini kuruyordum: Melanie'yle İngiltere'de üniversite'ye gitmek. Ortaokulda ve lisede kendime hiç güvenmiyordum. Melanie'ye "Artık seni anca ziyarete gelirim İngiltere'ye" diyordum ama hayalim gerçek oldu. Artık her konuda kendime güveniyorum. Bir konu dışında: Luke. Eminim ki Luke beni sadece arkadaşı olarak görüyordur, benimle asla çıkmaz :(
Ders programımızı aldık ve hangi derslerimizin aynı olduğuna bakmak için hepimiz tek tek okuduk. Mel'le ilk gün ortak dersimizin olmaması beni çok üzdü ama Luke'la ilk ve son dersimiz aynıydı. İçimden yanıma oturmasını diledim. Yakınımda olduğunda kendimi daha iyi hissediyordum. Moralim ne kadar kötü olursa olsun onun o güzel yüzünü gördüğüm an moralim hemen yerine geliyordu. Luke benim bir çeşit yaşam kaynağımdı. Çok klasik gelebilir belki size ama ben gerçekten de onsuz bir hiçtim.
Kafeteryaya indik ve bir şeyler atıştırdık. Sonra Michael geldi, sarıldık ve biraz konuştuk ama hala Luke'dan gözümü alamadığım için Mel'le ne konuştuklarını anlayamadım. Sonunda zil çalmıştı, herkes sınıfına gitmek için dağıldı. Luke: "Hadi gidelim o zaman." dedi kolunu bana uzatarak. Bu yıl kesinlikle Luke'la ilgili bir şeyler yapmalıydım. Gülerek koluna girdim ve sınıfımıza doğru yola koyulduk.