ufak kırılmışlıklarla serili yollarımız

836 94 248
                                    


osaka, japonya
28 eylül 1987, saat üç suları

ufak toz tanaleri bağımsızlığını ilan ederken eski ayakkabılarımdan, adımlarım arsızca buluşurdu beton zeminin aşınmış yüzeyiyle. firar etmiştim bugün kendi durgun hapishanemden fakat uyurdu bekçilerim hep, dinlemezdiler beni ve görmezdiler içimdekileri. fakat ne fark ederdi ki, kendi kendini görmediğin sürece.

hafiften soğuk, sonbaharın nahoş esintileri ile mahsur bir günde yine gelmiştim o ıssız, herkesin uğramaya korktuğu tren istasyonuna. yeni bir gazete alacaktım veya da kahvemi yudumlayacaktım usulca, belki de sadece oturmaktı ihtiyacım ve de herkese lazım olan ufak tefek düşünceler. fakat hiçbir şey yapmadam sadece ayakta dikildim, belki de kemanımı getirmeliydim çünkü bugün ıssızlığından kurtulmuş gibiydi buralar.

oturacak boş bir yer ararken karşıma çıkan yer ile tebessüm etmiş ve oturarak bedenime yayılan soğuğa istemsizce izin vermiştim. ellerimi kalın paltomun sardığı göğsümde birleştirdim, bir şey yapmadım sadece gelip gidenlere baktım ve düşündüm bir müddet: görünmez miydi düşsel bedenim? fark etmezdi kimse beni.

rüzgar esti yine, irkildim ve titredim fakat herhangi bir kızgınlık yoktu içimde.

birkaç defa daha gözlerim takıldı önümdeki bitmek bilmeyen insan cümbüşüne. ve bakışlarım donakaldı ufak tefek bir oğlanın yamalı çantasında, sargılı ellerinde ve kulaklarım utanmazca takıldı mırıldandığı ufak melodiye.

etrafına bakınıyordu bilmezce ve insanlar çarpıp geçiyordu o narin omuzlarına. ah, güzel oğlan, insanlar çok acımasızdır toplumun bitmek bilmeyen kirli işlerine karşı tertemiz olan kişilere. ve tanrı'ya hem şükretmek gerekir ki, onlardan birisin, farklısın, değerlisin.

utangaç kelimeleri yabancıların asık suratlarına firar ederken betonla karşılaşmış gibi donup kalıyorlardı, kimse umursamıyordu onu ve ne gideceği yeri biliyordu, ne de trenini.

fakat gönlümdeki trene binmesi için nereye gideceğini bilmesine veya da bilet almasına gerek yoktu.

herkes trene doluştu ve etraf sessizleşti aniden, eski püskü vagonların içine serilmiş insam yığını durgunlaşırken makinist son kez bağırdı. demirler gıcırdadı ve duman ufak ufak gözden kayboldu.

fakat o hâlâ, bitmek bilmeyen bir kırılgıyla, yamalı çantasının kulplarını düşüp kaybolacakmışçasına sıkı sıkıya kavramış, çekingen ve narin bakışlar ile etrafa bakıyordu.

omuzları düştü, benden taraf döndü, işte o zaman elinde solmuş olan çiçekleri görebilmiştim.

gözleri benimkilere iliştiğinde ona gülümsedim, utanmadım veya çekinmedim, hatta ve hatta öyle içten gülümsedim ki bir an günah işlediğimi düşünecektim. o ise, al al olmuş yanakları ile ayağını yere sürterek bana bakıyordu.

yanıma adımladı acele etmeden, gerek de yoktu zaten. kimsecikler kalmamıştı buralarda, ne birbirine çarpan insanlar ne de şarkı söyleyen yabancılar, herkes çekilmişti kendi dünyasına.

yanıma oturdu, sadece baktı yüzüme ve ben de aynısını yaptım. bir şey konuşmadık fakat aklına o an ne geldiyse birden, öyle hainceydi ki yüzündeki değerli gülüşünü aniden siliverdi. arkasıma yaslandı ve çantasını omuzlarından çıkarıp tam da kucağına koydu. çiçekleri ise çantasının üstüne ve ellerini birleştirdi.

"insanlar neden böyle?"

bir şey diyemedim, en azından bir beş saniyeliğine zira dilim tutulmuştu. sesi öylesine yumuşaktı ki içinde eriyip ruhuna karışacağımı düşledim bir an.

sigaralı görünmez adamlar, yuwinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin