Beş yaşımda hevesle gazete sloganını kesip kelimeleri karmış, ardından kendi çapımda düzenlemiştim. "Atlayıp adam arabasına intihar etti" misali bir cümle vardı ve yedi yaşıma gelip yazıp okumayı öğrenene kadar düzgün bir hâl alamamıştı. Düzgün hâl, korkunç göreceli bir kavram olacağından yorumunu sana bırakıyorum ya da her neyse, cümleyi ekler çıkarıp ekleyerek "Arabası adama atlayıp intihar etti" şeklinde değiştirmiş, intihar kelimesini benim için basitleşirmek üzere her ay salonda hap atıp hıçkırarak ağlayan hasta annem, üniversiteye geçince odamı yeniden dizayn edene kadar buruşuk kağıdın duvarda kalmasına izin vermişti.
Evet Jeon, bu yazılı bir kâğıt ve alnımın ortasında üçüncü bir göz çıkmadığı sürece -ki bir matematikçi olarak bunun olabilme ihtimâlini hesaplayabileceğine inanıyorum- tepkilerini göremem yani istediğin gibi tepki verebilirsin, çünkü komik.
Biliyorsun, Gguk. Seoul'ün en başarılı üniversitesinde, ayrı kampüslerde okuyorduk ve ben, kendi bölümüm olan İtalyan dili ve edebiyatını kazanana değin yazmaktan, çalışmaktan usanmayan bir karakterdim. Tip değildim, çünkü apayrıydım, öyle derdin. Hatırlıyor musun? Hatırlamıyorsundur tabii.
Lise yıllarımdan sana bahsetmedim hiç, ama o zamanlar vegan olmaya çalışıp pilavına et suyu döken; moleküler biyolojiyi niçin, neden okumak istediğini açıklasa da anlamadığımız ve komik dahi olmasa esprilere gülen, hatta bir ara kafayı aşırı bozup komik olmayan şeylere dahi nezaketen gülümseyen takımımda eşcinsel olduğuma dair bir muhabbet dönerdi. Çünkü Big Bang Theory'deki fizikçi esprilerini anlayan molekülerci arkadaşım dahi kız peşinde koşardı, çakma zampara. Benimse parmaklarım tuşlar üzerinde koştururdu, kalça izleyen arkadaşlarımdan vegan olmaya çalışana "sen et sevmezsin" deyip dayağı hak ettiğim günlerin ardından, kalemden kitaptan, dilimden soğutacak ve eşcinsel ya da sadece senseksüel olduğumu fark ettirecek şekilde karşıma çıktın. Velhasıl kelam, onların tezi doğrulanmış oldu.
Ve bilirsin Jeon, sınırsız görünenin bile sınır sahibi olduğunu. Örneğin; herkes bir miktar dengesizdir ancak bu dengesizlik sınırı aşıldığında psikolojik isimler veririz. Ya da herkes streslidir ancak herkes anksiyete hastası değildir. Herkes üzgün olabilir, fakat herkes depresyonda sayılmaz. Bu liste uzar gider ve ergenlerin, dikkat çekme çabası içerisinde çırpınanların zanları, bu sınırların kendi çapında aşıldığı şeklinde olduğundan herhangi bir hastalığa sahip olduğunu söyleyebilirler. Koşu yarışı gibi ele alırsak, kendinin kazandığını tam olarak bilen kişiler seyirciler bile olamaz, her daim hakemin sözü geçer. Buradaki hakemi psikologlar, psikoterapistler ve türevleri olarak ele alabiliriz.
Ben bir psikoloji öğrencisi değildim ve o bölümden tanıdığım biri dahi yoktu. Fakat sınırları aşıyordun, Jeon. Bir seyirci olarak bunu nasıl sorguladığımı soracak olursan, olgumuza farklı bir pencereden bakmanı sağlayacak bu yazım, sınırları, beyaz tişörtüne hep akıttığın lacivert mürekkepler kadar belli olacaktır.
Olgunun sonundan, başından, ortasından, arkasından başlar, önünden ilerlerim belki ama evvelinde söylenecek yegane bir şey var.
Sana âşıktım, Jeon.
Sen ise kafamdakilere.
Tiyatro okumak istiyordun, matematikçi oldun. Her gün tahta sandalyenin birinde sırt ağrıları çekerken, uzandığında ağrıdan uyutmayan omurgalarınla durmadan diferensiyel denklemler çözerdin, kambur otururdun. Kampüsün ıssızlıktan üniversitelilerin sevişmeye bile gelmediği bir alanda daktilomun tıkırtıları yankılanırdı, çömerek oturur, dudaklarında sigaranla, kıstığın gözlerinle, birbirine bastırdığın dudaklarından dolayı çıkan gamzelerinle yazdıklarımı okurdun.
Yarattığım karakterlere duyduğun yoğun hislerin başta hayranlık olduğunu düşünüyordum, tıpkı benim sayın T.E.'ye beslediklerim gibi.
Ancak büyük lokmalar atıyordun, Jeon. Uzun dilin hepsini taşıyabiliyordu.