komorebinin

2K 119 416
                                    

aslında yaza doğru profilimde paylaşmayı düşünüyordum ama baktım ki herkes paylaşıyor benim neyim eksik dedim... o halde sizleri tekrar selamlıyorum!

normalde 41klik bir oneshot olduğu ve okuması gözü korkuttuğu için kendi içinde bölümlerden oluşan iki parçaya böldüm... burada yayınladığımda okumaya başlayanlar "1| gece kaçamağı" adlı bölümden devam edebilirler!

spotify linki biyografimde, unutmayın!!

şimdiden -belki de tekrar- keyifli okumalar dilerim!


0| uykusuzluk sendromu

Sırtımdaki çantanın kollarından tutarken bekliyordum.

Sabahın kör saatleri diyebilirdik, neredeyse altıydı. Haziranın ortalarında olmamız göz önüne alınınca hava aydınlıktı. Kuşlar uyanmış, uçuşmaya başlamışlardı. Benimse ayakta duracak halim yoktu, fena yorgundum. Serin bir sabah meltemi eserken ortamın hoşluğuna karşılık sadece esnemekle yetiniyordum.

Çevresi çam ve meyve ağaçlarıyla kaplı bahçenin ortasında dikiliyorduk, daha doğrusu bendim dikilen. Bankları kapmayı başarabilen şanslı öğrenciler arkadaşlarıyla sohbet ediyorlardı. Bu sanat merkezi denilen yerde yeni olduğum için pek arkadaşım olduğu söylenemezdi. Görünüşe göre en acilinden birilerini bulmam gerekiyordu ki diğer türlü yaz geçmek bilmeyecekti. Gereklilik değil, zorunluluktu hatta.

Sanırım etrafı ve ortamı girişe göre yeterince betimlediğime göre, vaziyetten bahsetme vakti geldi diyebiliriz.

Yaklaşık iki ay önce yazıldığım sanat merkezi, öğrencilerini her alanda "kültürlendirmek" istedikleri için bunu bir yaz kampı başlığı altında toplamıştı. Tamamen gönüllü işi olsa da burada gönüllü olarak bulunmuyordum. Aileme söylemeyecektim aslında, gitmek istemiyordum çünkü. Ama gel gelelim teknolojinin ilerlemesi üzerine bir tıkla tüm velilere, hem de ikisine birden, mesaj gitmiş; kendimi sabahın köründe burada bulmuştum ki sabaha kadar tüm yaz boyunca bir daha oyun oynayamayacağım gerçeğiyle tüm gece oyun oynadığımı göz önünde bulundurursak uykusuzdum. Yere yat deseler yatardım, hiç sesimi de çıkarmazdım.

Bu kampın tam olarak içeriği neydi, ne yapılacaktı, nereye gidilecekti, ne yenecekti; hiçbir fikrim yoktu ve ailem bunun için tüm banka hesaplarını önlerine dökmeye hazırmış gibi peşin istedikleri nereden baksanız beş yüz bin wonu hiç ısrar etmeden, hatta seve seve ödemişlerdi. Beni evden yollamak için bu kadar hevesli olduklarını bilmiyordum. Ne yalan söyleyeyim, üzülmüştüm biraz.

İç çektim ve esnedim tekrardan. Telefonumu kontrol ettim saate bakmak için. Ya da onlardan gelmiş herhangi bir bildirimi görmek için ama telefonum da benim gibi yalnızdı. Yapayalnız. (Lütfen burada dudaklarımı sarkıttığımı ve hüzün dolu gözlerimi üzerinize diktiğimi hayal etmeyi unutmayınız.)

Durumu ne kadar dramatize edersem kabullenmem o kadar kolay olur düşüncesiyle kendimi orta yerde ağlatacak değildim elbette. Yere yatardım ama asla ağlamazdım, işte sınır çizgisi.

"Herkes sıraya girsin bakayım!" Müdür, -görünüş olarak kısa boylu, saçlarının yarısı kelleşmiş, bıyıklı ve tombul; klasik bir müdür görünüşünü gözünüzde canlandırmanız sizin için yararlı olacaktır- elindeki kağıtlarla büyük otobüslerin önünde durdu. Çok uzak değildim ve zaten yarı uyuklar pozisyondayken annemin deli gibi doldurduğu valizi oraya çekerek son enerjimi harcayacak da değildim. Valize iyice yaslanarak dinlemeye başladım ve hayır, düşmedim.

komorebinin öpücükleri // mark.hyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin