Ellerimi geriye atmış, başımı göğe çevirmişken hiçbir şey düşünmemek adına benliğimle girdiğim savaşı kazanma umudum pek de kalmamıştı artık. Aklımın her köşesi, her ilmiği aynı ismi zikrederken, yarım kalan yutkunuşlarımın ıslatmaya yetmediği boğazımla beraber yegâne kalbim de can çekişen bir kuşun çaresiz kanat çırpışları kadar şiddetli atıyordu.
Engellemeye takatim kalmamış, bedenimi geriye, nemli kumların üstüne bırakıvermiştim. Sonsuz mavilik gözlerimi esir alırken sağ elim kaburgalarımın hemen altında kalan volkan dağına kaydı. Bastırdım kuvvetlice. Nefeslerim olabilirmiş gibi daha da kesilirken sımsıkı yumdum gözlerimi. Binlerce karıncanın toplaşsalar dahi kaldıramayacağı bir yük vardı göğsümde. Tabiri imkansız, kendisi amansızdı. İsmi de Taehyung'tu bu illet yükün. Kim Taehyung.
Ah, taze tomurcukları gülünce kısılan iki küçük aynasının hemen köşesinde açtıran adam. Benim güzel adamım. Damaklarından yaydığı tadıyla zihnimi bulandıran, dilimi lâl eden sevgili.
Hiç yakışır mıydı, yağmur yağdırdığın çöller arasından "Git." demek bana.
Zihnim artık geçmişte kalmış olduğunu yediremediğim anılarımızı kapalı perdelerimi aralayarak oynatırken ileride gelişi güzel fırlattığım çantamın içindeki telefonum çalmaya başladı. Zorlukla doğrulup telefonu çıkarttım ve acıyan boğazımı temizleyerek arayan kişinin ismine baktım.
Taehyung'un 'Git.' diyişinin üzerinden geçen dört günün ardından kafamı dağıtmak adına ablamın yanına, Daegu'ya gelmiştim. Evet, koca şehrin havası bile Taehyung kokarken kafamı dağıtamayacağımı biliyordum. Yine de bilirsiniz, o, mantığınızın bile engel olamadığı illet kalbiniz sizi kaçmaya çalıştığınıza koştururdu. Hiçbir suçum olmadığı halde koşarak boynuna atlamak ve ayaklarına kapanıp ağlayabilecek kadar gözden çıkartmıştım kendimi ancak ezdirmemem gereken bir gururum vardı. Unutuyordum işte arada.
"Jeongguk, Tanrı'm nerelerdesin? Seni çok merak ettim." Hoseok hyung'un yüksek çıkan endişeli sesine karşı "Ablamın yanına geldim, merak etme hyung." demiştim. Sesim bir tutam kesik, bir tutam soluk, bir tutam da yorgun çıkmıştı. Bazen yalan iyi bir kaçış yolu olabiliyordu.
"Orada iyi olduğuna emin misin? Bak Seok Jin hyung da yanımda ve seninle ilgilenmek istediğini söylüyor. Seni özledik." Gülümsedim. Tanrı karşıma böyle güzel insanlar çıkartmak da hiç zorlanmıyordu. Kim Taehyung da çok güzeldi.
"Birkaç gün sonra geri döneceğim. O zaman bol bol ilgilenirsiniz benimle. Ah, birde-" Ufak, cansız bir kıkırtı dudaklarımdan firar ederken devam etmiştim. "Peçete ve dondurma stoklarımızı gözden geçirmeyi unutmayın."
Telefonun arkasından gelen ve kesinlikle zorlukla çıkartıldığı belli olan gülüşlerden sonra uzaklardan ismimi seslenen ablamı görmüş ona elimi sallayarak yerimi belli etmiştim. "Gitmeliyim, sizi seviyorum." dedikten sonra aramayı sonlandırdım ve çiçekli elbisesi ile yeni kestiği küt saçlarını uçuşturan rüzgârın içinden gelen ablamı izledim. Yanıma vardığında kumların üstüne çökmüş ve denize bakmıştı kısık gözleriyle. Ben de çevirdim bakışlarımı koyu kızılın altında kalan maviliğe. Arada ayaklarıma vuran serin dalgaların tüylerimi diken diken etmesi ve havada uçuşan kuşların esen rüzgârın sesiyle karışan bağırışları huzurlu hissettirmiyordu beni.
Halbuki hemen sağımdan batmakta olan güneşi izlemek Taehyung ile yapmayı en çok sevdiğimiz aktivitelerdendi. Kürek kemiklerimin üstüne hizaladığı göğsünden yayılan kalp atışları kendilerine bir patika bulur ve benim kalbime doğru yol alırlardı. Hissederdim bunu. O zamanlar sırtımın altında ezilen göğsünün sıcaklığı mayıştırırdı beni. Hiç sevişmemiştik biz. Taehyung henüz zamanı olmadığını söylerdi ve ben de üstelemezdim. Ruhumu ve kalbimi çoktan teslim etmiştim ellerine zaten. O elleri boğazımı bulmuş boğmuştu şimdi beni.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
and all i gave you is gone
FanfictionTaehyung, hayatımdaki en güzel başlangıçlarını gerçekleştiren ve peşinde getirdiği felaket ile küllerimi sert ayazıyla savuran en kötü sondu. 3260 \ angst \ tear