Tren istasyonu öyle kalabalıktı ki, öğrenciler kendilerini kalabalığın hareket yönüne doğru bırakmış, akıntıya kapılmışçasına grup halinde yürüyorlardı. Ebeveynler ise her yerdeydi, platformu dolduran bağrışmalardan tutup da aralık pencerelerden içeri son öğütlerini yağdıran anneler ve babaların sesi kulak yırtıcı cinstendi. İnsanda bir şekilde daha hızlı hareket etme isteği uyandırıyordu.
Ancak bu durum Remus Lupin için geçerli değildi. Ailesi tren istasyona henüz yaklaşmışken perona gelmiş, geldikleri gibi de hızlı bir şekilde vedalaşıp gitmişlerdi. Ne annesi ne de babası bu vedayı uzun tutmamışlardı, ve bu genç adamın işine geliyordu.
Boş kompartmanın camından dışarıyı izlerken kalbi suçluluk hissiyle doldu, nedenini biliyordu. Ne zaman ailesiyle vedalaşması gerekse, yüreğine su serpiliyor, adeta omuzlarından bir yükü atarmışçasına rahatlıyordu. Bunun sebebini biliyordu aslında. Bunun sebebi ebeveynlerinin ona olan bakışlarıydı.
Remus Lupin kendini kesinlikle yakışıklı olarak tarif etmezdi.
Sıradan kahverengi gözleri ve sıradan kahverengi saçları vardı, yaşıtlarına göre uzundu da. Her zaman en yakın arkadaşlarının dalga geçtiği kazaklardan giyer, dış görünüşüne hijyeni dışında pek önem vermezdi.
Ayrıca, yüzünü ve vücudunu kaplayan bir sürü yarası vardı.
İşin doğrusu, Remus Lupin’in bir sırrı vardı. Çok karanlık, ve gizli kalması gereken bir sır. O bir kurtadamdı. Ve eğer bu bilinirse, okula devam etme gibi bir şansı olamazdı. Hayatta ona verilmiş en büyük şans Hogwarts’a kabul edilmesi olmuştu, 11 yılın ardından ilk defa arkadaş edinmiş, ilk defa kabul gördüğünü hissetmişti. İlk defa.. yaratık gibi hissetmiyordu işte.
İlk seneleri sırrını saklamak için amansız çabalarıyla geçse de, sonunda arkadaşları neden Remus’un ayda birkaç gün ortadan kaybolduğunu, neden sürekli taze yaralarla döndüğünü çözmüşlerdi. Onları kaybedeceğini düşünen Remus’un kalbine sancılar girmişti ancak arkadaşları Remus’un öleceği güne dek minnettar olacağı bir şey yaptılar. Hepsi animagus’a dönüşerek ona eşlik etmeye başladılar.
Remus 7 yıl sonra bile, hala ona bu denli değer veren insanların hayatında olduğuna inanmakta güçlük çekiyordu.
Kompartmana ilk giren kişi Peter Pettigrew oldu. Yanakları koşmaktan kızarmış olacaktı, ancak yüzü Remus’u görünce mutlulukla parıldadı. Peter sarışın, kısa boylu bir çocuktu. Her zaman yüzünde bir gülümseme olur, ve her zaman diğerlerinin peşinden koşturur, James ve Sirius’un ona ayak işleri yaptırmasına hiç aldırmazdı.
İçeri girerken nefes nefese kalmış olsa da bariz şekilde konuşmaya hali vardı.
“Öyle kalabalık ki,” dediği ona sarılmak için ayağı kalkmış Remus’a sarılmadan. “Longbottom ayağıma bastı ve 6 kez özür diledi.”
Remus acı acı güldü, hafifçe başını yana yatırmıştı.
“Hepinize erken gelmenizi tembihlemiştim oysa, işte tam olarak bu yüzden.”
Peter bir şey demek için ağzını açmıştı ki, gözleri Remus’un kazağına tutturulmuş Sınıf Başkanı rozetine gözü takıldı.
“Remus! Tebrik ederim, gerçi senden başka kim olabilirdi ki!”
“Dumbledore ısrar etti, ona bunun kötü bir karar olduğunu anlatmaya çalıştım ama..” Remus’un yanakları utançla pembeye dönmüştü, stresle ağırlığını bir ayağından ötekine verdi. Peter ise çoktan koltuğa kurulmuş, cebinden yığınla şeker çıkartmaya başlamıştı bile.
Remus yerine oturmak için arkasını dönmüşken kompartmanın kapısının açılmasıyla aniden irkildi.
İçeri girenin kim olduğunu anlaması için arkasını dönmesine gerek yoktu. Kompartman birden parfüm ve sigara kokusunun karışımıyla dolmuştu.
Genç adam arkasını dönerken kompartmanın kapısının çarpma sesini dinledi. Onu bir çift duman grisi göz karşılamıştı. Sirius Black kompartman kapısına yaslanmış, gözlerini arkadaşı Remus’a dikmişti. Yüzünde yamuk bir gülümseme vardı, gözleri bir saniyeliğine genç adamın yeni rozetine kaydıktan sonra, tekrar gözleriyle buluştu. Siyah saçları yüzünün iki yanına düşüyordu, hafifçe kirli sakalını kaşıdıktan sonra saçlarını geriye attı.
Remus karnına yumruk yemiş gibi hissetti, bütünüyle afallamıştı. Sirius’un ne zamandır kirli sakalı vardı?
Sirius’un gözleri şeker paketlerini dizinde düzleştirmeye çalışan Peter’a döndü. “Arkandan seslendim ama duymadın Pete,” dedi alaycı bir tonla. Bakışlarını hiç vakit kaybetmeden ayakta dikilen Remus’a çevirdi. “Sanırım yüce Sınıf Başka’nın huzuruna çıkmak için acele ediyordun.”
Remus uzunca iç çekerken başını iki yana salladı.
“Kes sesini Sirius.”
Sirius hiç bozulmuşa benzemiyordu, rahat bir tavırla ellerini deri ceketinin cebinden çıkartıp genç adamı kollarına çekip sımsıkı sarıldı.
“Sonunda içimizden birinin biraz otorite sahibi olması güzel oldu.”
Remus kendini koltuğa atarken gözlerini devirdi. “Eğer arkanızı kollayacağımı düşünüyorsanız-“
“Arkamızı kollayacağını biliyoruz Remmy,” Sirius onun yanına oturdu. Alacağı cevap ortaya atlayan Peter sayesinde birden yok olmuştu.
“Yazınız nasıldı?” Peter ağzına bir avuç şekeri tıkıştırırken sordu.
Sirius bir kolunu Remus’un omzuna yaslarken bacağını karşısındaki koltuğa uzattı.
“Muazzamdı, annem her zamanki gibi çok sevimliydi.”
Remus Peter’dan aldığı şekeri ağzına atarken Sirius’a hafifçe yaslandı. “Fena değildi, dünyanın en büyük ketçap şişesini gördük. Bir de şu yazar-”
“Sen anlatmadan canım sıkıldı, lütfen dur.” Sirius konuşurken Remus’un ağzına bir şeker daha tıktı.
Remus ona ters ters bakarken kompartmanın kapısı sonuna dek açılınca herkes o yöne doğru döndü, James Potter içeri dalmış, nefes nefese onlara bakıyordu. Öne doğru hafifçe eğilip derin nefesler aldı. “McKinnon kafayı yemiş, Meadows’a biraz takıldım diye beni platform boyunca kovaladı! Evans’ı da göremedim üstelik.”
“Potter sonunda gelmiş!” Sirius gülerken gözleri genç adamın rozetine takıldı. “Merlin’in sararmış paçalı donu, başkan yardımcısı demek. Sen mi?”
“Niye, kıskandın mı?” James devasa sırıtmasıyla onlara bakarken Sirius’un ayağını itip karşılarına kuruldu, Peter’ın kucağına çantasını bırakmıştı.
“Cezaya bırakırım diye mi korktun Black?” Diye devam etti.
“Kes sesini bambi. Anneni cezaya bırakabilirsin.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Castle Walls | Wolfstar
FanfictionSirius Black, malikenin kasvetli duvarları arasında olmak yerine Remus Lupin'in kollarında evsiz olmayı tercih ederdi.