Bildiğimiz evren düzeninin alt üst olduğu, mevsimlerin değiştiği, salgın hastalıklar, açlık ve sefaletin insanları en ummadıkları anda pençesine düşürdüğü zamanlardı.
Dünya artık yaşamak için güvenilir bir yer olmaktan çıkmıştı ve her zaman olduğu gibi yeni bir düzen kuracak kahramanlara ihtiyaç duyuluyordu. Tabii ki bu beklenti karşılıksız kalmamış ve kendilerine kurtarıcılar diyen bir grup bilim adamı, açlığın ve sefaletin erişemediği güvenli kamplar kurmaya başlamıştı. Ancak bir süre sonra kurtarıcıların asıl korkulması gereken kişiler olduğu ortaya çıkacaktı; zira onlar, sağlayabildikleri gıda ve barınma imkanları kısıtlı olduğu için kamplar kurulduktan kısa bir süre sonra dünyaya gelecek her bebeği öldürmeye karar vermişlerdi. Kimse özel muamele görmeyecek, hiçbir bebeğe ayrıcalık tanınmayacaktı nitekim dünya mevcut nüfusuna dahi temiz oksijen ve besin sağlamaktan aciz, yorgun ve yaşlı bir gezegene dönüşmüştü.Bu karanlık zamanlarda çelimsiz vücudu zayıf düşmüş bir kadın, eli yavaşça büyümeye başlamış karnının üzerinde gezinirken minik bebeğini nasıl kurtarabileceği hakkında planlar kuruyordu. Etraftaki herkes kurtarıcıların nasıl da gözünün yaşına bakmadan, annelerinin önünde, elektrik şoku vererek minicik bebekleri öldürdüğünü konuşuyordu. Zavallı kadın aynı şeyin kendi bebeğinin başına gelmesine izin vermeyecek kadar cesur ve kararlıydı, bu yüzden aniden aklına gelen bir fikirle doğumuna üç ay kala yanına bir miktar yiyecek, elbise ve battaniye alarak güvenli kamp bölgesinden ayrılmıştı. Kimsenin, özellikle de kar beyazı formalarıyla birer doktoru andıran kurtarıcı askerlerinin kendisini bulmasını istemiyordu. Bu yüzden kilometrelerce yürüyerek artık tamamen vahşi hayvanlar ve yetersiz oksijenle çevrelenmiş gizil ormana girmiş, en sonunda ağaçların arasındaki eski kulübeyi gördüğünde tanrının ona bir şans verdiğini anlamıştı.
Günler geçiyor, ağır kış soğukları bastırdıkça zavallı kadın ısınmak için terkedilmiş evdeki eski eşyaları yakıyor ve yanında getirdiği erzaklardan ölmemesini sağlayacak kadar yiyerek hayatta kalmaya çalışıyordu. Hamile kadın, pek çok kez dışarıdaki yırtıcı hayvanların sesleri yüzünden, soğuk canını acıtmaya başlayacak kadar bastırdığından veya açlığı başka hiçbir şey düşünmesine olanak vermediğinden uyuyamamış, doğumunun kalan son üç ayını imkansızlıklar içerisinde geçirmişti. Ancak bu üç ayın sonunda çektiği bütün çilelerin karşılığını alacak ve güzel mi güzel, sağlıklı bir erkek çocuğu dünyaya getirecekti. Kadıncağız daha oğlunu gördüğü ilk an bütün endişelerini ve üzüntülerini unutmuş, yalnızca kucağındaki minik varlığı hayatta tutmak için savaşmaya karar vermişti.
Minik beden ona öyle sonsuz bir güç veriyordu ki, annesi ona sahip olduğu için bir an olsun pişmanlık duymamıştı. Masum bebeğinin adını Jaemin koyan kadın, artık her gün ormana çıkarak yemek arıyor ve bulduğu her şeyi, bebeği ve kendisi için yenilebilir hale getirmeye çalışıyordu. Amansız kış çoktan ellerinde ve yüzünde çatlaklar oluşmasına sebep olmuştu üstelik aylardır vahşi doğada aç kalıyor olmak onu çok değiştirmişti. Güzel, ipeksi saçları artık darmadağındı ve kuş yuvasını andırıyordu zaten bir süre sonra ormanda yol alırken çalılara takılarak onu rahatsız ettiği için fedakar anne ipek gibi yumuşacık, yıldızsız geceler gibi kara saçlarını biçimsiz bir şekilde kesmişti.Günler bu yoklukla geçip giderken küçük Jaemin büyüyor, annesinin eski günlerdeki dillere destan güzelliğini aratmayan bir çocuğa dönüşüyordu. Minik çocuk en çok annesine sarılarak uyumaktan, onunla dışarıya çıkıp yemek aramaktan ve annesinin yaptığı bebeklerle oynamaktan hoşlanıyordu. Ayaklarında giyecek bir çorabı dahi olmamasına rağmen o kadar naif ve zarif bir çocuktu ki annesi onu her zaman kelebeğim diye severdi.
"Sen küçük bir kelebeksin Jaemin."Ancak zavallı çocuğun kaderi de tıpkı kelebeklerinki gibi hüzünle yazılmış, minik Jaemin on yaşına girdiğinde ılık bir bahar akşamı yemek aramak için ormana giren annesi bir daha geri dönmemişti.
Küçük çocuk bir süre evde usluca beklemiş ardından annesini bulmak için ormana gitmeye karar vermişti. Beraber her sabah geldikleri koruluğa ulaştığında annesini görmüş ve sevinçle o tarafa doğru yürümeye başlamıştı ancak yolunda olmayan bir şeyler vardı, genç kadının yanında beyaz kıyafetler giymiş başka adamlar vardı ve annesi gözleri yaşlarla kaplı bir halde onlara bir şeyler açıklamaya çalışıyordu. Küçük Jaemin korktuğu için geniş bir ağacın arkasına gizlenip onları izlemeye başladı ancak adamlar onu üzeri kapalı bir şeye bindirmeye çalıştığında annesi ormanın karanlığına doğru kaçmaya başlamıştı. Zavallı çocuğun fazla saklanmasına gerek kalmadı, önce kulağını sağır edecek kadar yüksek bir ses duydu ardından birkaç ses daha ve beyazlı adamlar üzeri kapalı şeyin içine girip uzaklaştılar.
Jaemin-ah, onların gittiğini görür görmez titreyen bacaklarıyla ayağa kalkmış ve kurumuş yaprakların içinde hareketsiz bir biçimde uzanan annesinin yanına oturmuştu.