🍂

230 17 87
                                    

Sabahlara uyanmaya zorunlu bir sebep mesaime başlamakta hiç acele etmediğim bir sabah.. bu sabah da anahtarı askıda bıraktım. Merdivenlere iki kattan fazla alışık olmayan bacaklarım üçüncü katta huysuzluk etmeye başladı sızlanarak..

"Daha çok erken.." dedim, daha neler edeceğim sizlere.. dışarı çıkar çıkmaz aralık soğuğunu nefesleniverince yanan ciğerlerime acı ile birlikte yaşamak sevinci doldu durduk yere. Soğuğu çatılardan izleyen kunduzların aksine buz tutmuş kaldırımlarda ihtiyatla adımlamak tedbirini boş verip bir koşmak geldi içimden. İki metro durağı kadar sabredemezdim. Köşeye kadar hızlandım ve yokuşun başında durdum. Aşağısı alengirli bir mahalle, kırmızı yüzü lekeli çocukların, titrek ellerinde poşetli gençlerin ve iki dudağının arasında sarma sigarası hiç eksik olmayan kadınların mahallesi. Bu kadar yaşam erkeksiz olmadı elbet, onlardan birçoğunu kaç takipte attım parmakların ardına ve şimdi erkeksiz oluşuma benzeyen mahallenin yokuşunda durmuş bir koşu dalışla seyrediyorum babasızlıklarını.

"Babasız olmakta ne var?" dedi bir pencereden havalanıp simitçiden dökülen susamları toplayan kumru.

"Sen nereden biliyorsun?" demedim, sızlayan gözlerimi çabucak çektim ama o anladı, babasız olmak da bir gecesizlik vardı.

"Günaydın komiserim, bir simit?" dedi simitçi, elleri benden çok gün görmüş geçirmiş çizgilerinde. Soğuktan titreyen elleri bir kese kağıdı ile simitlerden birine uzandı.

"Gerek yok, koşacağım buradan." dedim. Kese kağıdını bırakmadı.

"Bir garibanı sevindirirsin en olmadı." dedi.

Keseyi uzatan eline bir beşlik sıkıştırdım, "bir çay içersin.." fazlasına itiraz eden hallerine "ya da çorba işte." dedim.

Yokuşa karşı derin bir soluk aldım ve ilk adımı attım. Gerisi dağlardan yuvarlanan çığ gibiydi, koşmuyor akıyordum âdeta. Lacivert üniformamda abartılı nişaneleri gizlemeye yetmeyen montum ceplerinde ellerime rağmen iki yana savruluyor.. kerpiç evleri, onlara üstten bakan apartmanları, kaldırımda durmuş izleyen esnafı, bir sıra havlayarak beni takip eden köpekleri geçiyorum koşarak. Hızlı sarılmış bir bant gibi, terli yüzümü çizen soğuğa karşı yanıyorum, nefesimi kontrol edemediğim bir yerden sonra böbreklerimin sancısını duyuyorum. Fakat kahkahalar kopuyor içimde, göğe doğru haykırmak istiyorum.

"Haaaaaaaa!!!!"

"Çok hızlısın! Çok hızlısın!"

Yanımda koşturan birini henüz farkediyorum..

"Ama benden daha hızlı değil.." derken göz mü kırptı anlamak çok zor, görüntüler kayıyor, vücudumdaki acı tahammül eşiğini geçti ve koşan o birisi de beni..

Bacaklarımı yavaşlatmak çok zordu. Gidenin arkasında onu gizleyen bir el arabası vardı. Kolları yüksekte ve etrafı bir yıpranmış çadır bezi ile çevrili.

Adımlarımın yavaşlayıp durduğu yerde bileklerimde keskin bir sızı duydum. Ellerim dizlerimde derin derin soludum. Başıma bir ağrı girdi. Midem bulanıyordu. Yanım sıra koşarak duran bir iki çocuk eğilmiş bana bakıyorlardı. Çıplak ayaklarında kırmızı terliklerden fırlamış parmakları oynaşıyordu, bakışları gibi meraklı.

"Size dedim demi?! Zabıta değil komiser o!"

Dizlerimden doğrulup ellerimi belime yaslayarak sızlayan yerleri ovdum. Kendi aralarında üniformamı tartışan çocuklara cebimdeki simit kesesini uzattım.

Gün doğmadan gitme..Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin