Kahve

174 2 0
                                    

 Yoğun bir nemli havada,park edip,araba kapısını sinirle çarptım... Sinirli olmadığım nadir anlar bile nemli havalardan nefret ederdim. Her zamanki bina, her zamanki camdan yapılma otomatik açılan kapılar ve herzamanki güvenlik, herzamanki göz kırpması ve herzamanki bana gülümseyen o ayrık ve sarı dişleri... Kartımı elime aldım ve girişimi belli etmek için cihaza kartımı gösterdim. Vermesi gereken sesi çıkarmadı. Uzaktan Joe belirdi. İnsanları fiziken yargılayan bir insan olmamama rağmen Joe'yu gerçekten iri buluyordum. Yine her zamanki gibi pantalonunu yukarı çekmeye çalışıyordu. Düğmesini umarım bu sefer patatmaz diye umdum. Gerçekten onun bu rezil durumlarına tanık olmak zorunda değildim. Her hafta yeni bir pantalon alması da beni ilgilendirmezdi. Bunların aklımda kalması bile saçmaydı. Silkindim, kendimden bile ürkmüştüm. "Günaydın..." dedi uzun bir boğaz temizlemesinden sonra Joe... Cevap vermek istemedim ama kırıcı olmayı seven bir tip de değildim. İster istemez bir anda çıkıverdi ağzımdan... "Günaydın.". Yanaklarını şişirmiş ve gözlerini yukarı kaldırmıştı. Moral bozucu bir şey söyleyeceği belliydi ama sormayacaktım ne olduğunu. Gerekte kalmadı zaten... " Elektirikler kesik küçük hanım... Kartınız bi işe yaramaz ama dua edin sizi tanıyorum. Bu yüzden çok şanslısınız." dedi, ve büyük ve ani bir kahkaha patlattı. Ödü kopan bana gelince, elimden gelene kadar sinirimi yatıştırmaya ve iğrenmemeye çalışarak sahte ama küstah bir gülüş attım. Bu gülüş liseden beri aynıydı ve belki de hayatımın sonuna kadar benimle birlikte kalacaktı. Üç dakika gecikmiştim.  Patronum gecikmemi pek önemsemezdi ama ben her geciktiğimde ona karşı borçlu olduğumu hissediyordum. Aslında tek benim geç gelişimi umursamaması, yani sadece bana bu geç kalma lüksünü vermesi garibime gitmiyor değildi. Asansör düğmesine bastım. Işığı yanmadı. Elektrikler gitmiş olduğunu hatırladım ve bu da merdivenleri çıkmam gerektiğinin habercisiydi. Bu da bana en az iki dakika zaman kaybettirirdi. Toplam beş dakika geç kalan ben her bir basamağı çıkınca daha da çok sinirleniyor ve yoruluyordum. On iki kat yukarıda olan ofisimiz nihayet ufukta belirmişti. Hemen yerime geçtim ve bilgisayarımı açıp yerime kuruldum.  Jessica her zamanki muz aromalı sakızını etrafa yaydığı çiğneme sesleriyle belirtiyordu. Umursamamak çok zordu ama bağırmayacaktım. Geçen gün psikoloğumun önerdiği kişisel gelişim kitabında yazıyordu. "Size rahatsızlık veren her şeyi durduramazsınız. Bir süre sonra alışmanız gerekecek...". Jessica yanıma geldi. Bir deste veya daha fazla, emin değildim, kağıdı masamın üstüne koydu ve "İmzalanması gereken evraklar, ve şunu da Bay Roberts bizzat İspanyolcaya çevirmenizi istedi." dedi ve odasına yöneldi. Gözlerimi devirdim ve elime aldığım kağıtları imzalamaya başladım. Her zaman istenildiği gibi, her sayfaya iki imza, bir paraf. İki imza, bir paraf... İki imza, bir paraf...İki imza, bir paraf... Kahve! Kahveye ihtiyacım vardı. En acısı ve en uyarıcısından. Ne yazık ki elektrikler hâlâ kesikti. Makyaj yapmalıydım. Çok kötü görünüyordum. En azından saçlarımı bir tarasaydım, iyi olurmuş. Kalktım ve lavaboya gidip makyajımı tazeledim ve saçımı elimden geldiği kadar düzeltmeye çalıştım. Yerime doğru yöneldim ve tam oturacakken Jessica "Bay Roberts seni istiyor..." dedi. En üst kata çıkmam gerekti. Belki de Tanrı beni seviyordu. Elektrikler gelmişti. Asansörü kullanmayı sonunda başarmıştım. Bay Roberts'in odasına varmıştım. Çok fazla at ve şovalye biblosu barındıran bu oda aslında oldukça tozlu ve camları da oldukça pisdi. Bay Roberts'e göre her şey ilk günkü gibi kalmalıydı bu hayatta. Kapısını çalmadan, açtım ve içeri girdim. Beni gören patronum gözlerini büyüttü ve yerinden kalkıp bana doğru kollarını açarak yürüdü. "Jeanette, en sevdiğim çalışanım..." İstemsiz bir şekilde ona yapışan vücudum bir an hareket edemedi. Ofiste dört kişiydik. Patronu dahil etmezsek üç... O kadar övünülecek bir söz değildi sanırım dediği. Jessica zaten bütün gün mesajlaşmakta ve  internetten erkek arkadaş aramakla meşguldü ve garip manken resimlerini profil resmi yapıyordu. Nathan ise bilgisayarında futbol maçları izliyor veya solitaire oynuyordu. Tek çalışan ben diyebilirdim işte ve bunu kesinlikle övünmek için söylemiyordum. Patronum bana tekrar sarıldı, bu sefer daha da sıkı. Yaptığı bu şeyler garibime geliyordu. Bana fazlasıyla iyi davranıyordu, hatta yakın? Oturmamı istedi, çoktan önüme kahve hazırlamıştı. Ve... Çikolata?

ÇikolataHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin