( Bölüm I Fuseki - Oyunun açılış bölümüdür, üzerinde oynanılan tahtanın tümü göz önüne alınır. )
WASHINGTON
Sinema perdesinin üzerinde sayılar sırasıyla yanıp sönüyordu. 9, 8, 7, 6, 5, 4, 3, ... Derken perde karardı ve özel izlem odasının duvarlarına aralıklarla yerleştirilmiş ışıklar bir bir yandı. Göstericiyi işleten adamın ince, metalik sesi odalar arası konuşma aracından yükseldi.«Siz hazır olunca ben de hazırım, Bay Starr.» Salondaki tek seyirci T. Darryl Starr, önündekipanelde bulunan bağlantı düğmesine basıp konuştu. «Hey, arkadaş! Söylesene bana, filminbaşındaki bu sayılar ne demek oluyor?» «Buna akademik başlangıç diyorlar efendim.Bir tür şaka olsun diye önce onları verdim ekrana.» «Şaka mı?» «Evet efendim. Yani... filmin konusunu düşünürseniz... böyle ticari bir başlangıç biraz komik geliyor... öyle değil mi?»«Neden komik oluyor?» «Şey... yani... filmlerdeki şiddet olaylarından ne kadar çok kişinin yakındığını düşünürseniz...» T. Darryl Starr homurdanarak yumruğunun tersini burnuna sürttü, sonra da ışıklar söndüğünde tepesine ittiği pilot tipi güneş gözlüklerini yeniden aşağıya indirdi.Şaka...! Tam da sırasıydı! Bir fiyasko olmuşsa tutuşan kendi kuyruğu olacaktı. Bu işte en küçük bir hata yapılmışsa, Bay Diamond'la adamlarının bunu derhal fark edecekleri ortadaydı. Kılı kırk yaran piçler! CIA'in Ortadoğu faaliyetlerini ellerine geçirdiklerinden bu yana bütün zevk ve eğlence gereksinimlerini onun bunun yaptığı küçük hatalara parmak basarak karşılıyorlardı hergeleler. Starr elindeki puronun ucunu ısırdı, ısırdığı parçayı yerdeki halıya tükürdükten sonra puroyu çatlak dudakları arasında biraz çevirip yaktı. En yüksek rütbeli ajan olmak ona hiç değilse Havana puroları içebilme hakkını kazandırmıştı. Çocukluğunda Lone Star sinemasında yaptığı gibi iyice aşağıya kayıp bacaklarını öndeki koltuğun üzerine attı. O zamanlar öndeki çocuk buna karşı çıkmaya yeltense, Starr ona bir tekmede kıçını köprücük kemiklerinin arasınageçireceğini söylerdi. Öteki çocuk sinerdi bunun üzerine. Çünkü T. Darryl Starr'ın bir tür zorbaolduğunu, istediği zaman önüne gelen çocuğu tepeleyebileceğini bilmeyen yoktu. Tabii artık ogünlerin üzerinden nice yıl, nice tekme ve yumruk geçmişti, Ama Starr'ın huyunda pek birdeğişiklik olduğu söylenemezdi. Zaten CIA'in en yüksek rütbeli ajanı olmak için gerekli öğelerinen başında bu geliyordu. Ve bir de tecrübe. Sonra da kurnazlık. Bir de, tabii, vatanseverlik.Starr saatine baktı. Dörde iki vardı. Bay Diamond filmin tam dörtte gösterilmesi içinçağrıda bulunmuştu. Yani başka bir deyimle, Bay Diamond bu salona girdiğinde Starr'ın saatitam dördü göstermiyorsa... saati derhal tamirciye götürmek gerekirdi. Yeniden önündeki düğmeye bastı. «Film nasıl genellikle?» Gösterimci, «Ne koşullar altında çektiğimizi düşünürseniz fena sayılmaz,» diye yanıtladı. «Roma Uluslararası Havaalanı binasında ışık düzeni pek yanıltıcı. Doğal ışıkla tepedeki floresanların karışımı. Filtre olarak CC birleşimi kullandım, f-stopumu daha aşağıya indirdim. O zaman da tabii netleştirme güçleşti. Renk kalitesine gelince...» «Senin o kıytırık sorunlarını dinlemekniyetinde değilim!» «Özür dilerim efendim. Sorduğunuz soruyu yanıtlamaya çalışıyordum.» «Yanıtlama!» «Efendim?» Salonun arkasındaki kapı şırak diye açıldı.Starr saatine baktı. Saniye kolu beş adım gerideydi. İçeri giren üç adam sıralar arasındaki yoldan hızla öne doğru ilerlediler. En önde Bay Diamond vardı. Yaşı kırkların ikinci yarısında, ince, zımba gibi bir adamdı. Üstüne hokka gibi oturan kusursuz giysileri, zihninin de ne kadar düzenli alıştığını ortaya koyar gibiydi. Hemen arkasından; Başyardımcı'sı yürümekteydi. Uzun boylu, gevşek eklemli, akademik havalı bir tip. Diamond zaman harcamaktan hoşlanmadığı için, bir toplantıdan öbürüne giderken yolda emirler yağdırmak alışkanlığındaydı. Başyardımcının kemerine asılı ses kayıt makinesi bu nedenle her zaman kalçasının üstünde sallanır dururdu. Duyarlı alıcıyı da gözlüklerinin madenî çerçevesine monte ettirmişti. Hep Bay Diamond'un bir adım gerisinde yürür, yanı başına oturur, ağızdan çıkan tek heceyi kaçırmamak için kafasını onadoğru eğik tutmaya çalışırdı. CIA'in katı atmosferi içinde gelişebilecek espri anlayışı göz önüne alındığında, Bay Diamond'la durmadan ona sokulmaya çalışan başyardımcısı arasındahomoseksüel ilişkiler bulunduğu yolunda dedikodular çıkması çok doğaldı. Yapılanesprilerin büyük bölümü, Bay Diamond birden olduğu yerde duruverirse başyardımcınınburnunun ne olacağı konusuna yönelikti. Arkadan gelen ve içine düştüğü hızlı eylem vedüşünce temposundan şaşkına dönmüş gözüken üçüncü adam bir Araptı. Sırtındaki batılı giysileri koyu renk, pahalı, ama üstüne uymayan türdendi. Aslında suç terzide değildi. Arabınvücudu, güven ve disiplin gerektiren giysilere göre yaratılmamıştı bir kere. Diamond, Starr'ın sırasının karşı tarafındaki kenar koltuğa oturdu. Başyardımcı hemen onun arkasındaki yere yerleşti. Filistinliye gelince, o bir süre kimsenin kendisine nereye oturacağınıgöstermemesinden tedirgin gibi gözüktüyse de, sonunda arkalarda bir koltuk beğenip içine gömüldü. Bay Diamond mikrofonun sözlerini rahatça alabilmesi için başını hafif arkaya çevirerek zihnini meşgul eden düşüncelerin sonunu getirdi. «Önümüzdeki üç saat içinde bana aşağıdaki konuları hatırlat: Bir - Kuzey Denizindeki petrol kuyusu kazası ve olayın kitle haberleşme sisteminde örtbas edilmesi, İki - Alaska boru hattının yarattığı çevre kirlenmesini inceleyen o profesör olacak herifin kaza süsü verilerek ortadan kaldırılması.» Bu konuların ikisi de artık bitiş safhasında sayılırdı. Bay Diamond hafta sonunda biraz tenis oynayabilme umudundaydı. Tabii bu CIA salakları Roma havaalanı harekâtının içine etmemişlerse. Aslında yapılan iş basit bir bozgun eylemiydi. Bir terslik çıkmasına neden yoktu. Ama Ana Şirket onu CIA'in Ortadoğu faaliyetlerinin başına getirdiğinden beri geçen altı ay içinde Diamond, hiçbir eylemin CIA'in hata çizgisinin altına inecek kadar basit olmadığını öğrenmiş bulunuyordu. Diamond Ana Şirketin neden ortayaçıkmadığını, neden CIA ve NSA'nın paravanı arkasında kalmayı seçtiğini çok iyi biliyorduama, anlaması işini kolaylaştırmıyordu. Ana Şirketin yönetim kurulu başkanı onu bu göreveyollarken «CIA ajanlarını geri zekâlılara iş verme kanununa katkımız olarak düşün,»dediğinde, bunu da pek komik bulmamıştı zaten. Diamond henüz Starr'ın eylem raporunuokumamıştı. Bu işi de şimdi bitirebilmek için elini arkaya uzattı. Başyardımcı zaten bunubekliyordu. Elinde hazır tuttuğu sayfaları patronun parmakları arasında tutuşturdu. Birinci sayfaya göz atarken Diamond alçak sesle, «Puroyu söndür, Starr,» dedi, sonra elini havaya kaldırdı. Bu hareketi üzerine duvardaki ışıklar hemen kararmaya başladı. Darryl Starr ortalık kararırken renkli gözlüklerini tekrar kafasının üstüne itti. Bu arada projeksiyonun ışığı da havadaki mavi dumanlar arasından ileriye doğru uzanıverdi. Ekranda kocaman, kalabalık, faal bir havaalanı binasının içi belirdi. Starr kelimeleri yuvarlaya yuvarlaya, «Burası Roma Uluslararası Havaalanı,» dedi. «Zaman ayarı, Greenwich saatine göre on üç otuz dört. Tel Aviv'den gelen 414 uçuş numaralı uçak alana yeni inmiş. Eylem başlayana kadar daha biraz zaman geçecek. İtalyan gümrük görevlileri pek hız rekortmeni sayılmaz.» «Starr?» Diamond'un sesi bezgindi.«Buyrun?» «O puroyu neden söndürmedin?» «Valla doğrusunu söylemek gerekirse, söndürmemi istediğinizi duymamıştım.» «İstemedim. Emrettim.» Bir yabancının önünde küçük düşmektenutanan Starr bacağını öndeki koltuktan indirip yeni yaktığı puroyu ayağıyla halının üstünde ezdi. Gururunun incindiğini belli etmemek için hiçbir şey olmamış gibi konuşmayı sürdürdü. «Sanırım buradaki Arap dostumuz bu işi nasıl başardığımıza hayran olacaktır. Tereyağdan kıl çeker gibi gitti her şey.» Geniş açılı görüntü:Gümrük ve vize kapısı. İnsanlar uzunca bir kuyruk oluşturmuş, türlü sabırsızlık belirtileri göstererek bekleşiyorlardı. Gülümsemeyi sürdürebilen tek tük kimseler, ya pasaportlarında ya da bagajlarında bir terslik çıkacağından emin olanlardı. Beyaz, sivri sakallı bir ihtiyar bankonun üstüne eğilmiş, derdini gümrük görevlisine üçüncü kere anlatıyordu. Tam arkasında, yirmi yaşlarında iki delikanlı durmaktaydı. Renkleri güneşten yanmıştı, üstlerinde haki şortlar ve yakası açık tişörtler vardı. Çantalarını ayaklarıyla iterek ilerledikleri sırada kamera yaklaşıp ikisini kalabalıktan ayrı olarak gösterdi.Starr hiç gereği olmadığı halde, «İşte hedeflerimiz bunlar,» diye açıkladı. Arap çatlak ve tiz bir sesle; «Doğru,» diye onayladı. «Bir tanesini tanıyorum. Bağlı olduğu örgütte Avrim diye bilinir.»Öndeki genç, gülünç ve abartmalı bir hareketle arkalarında duran kızıl saçlı güzel kıza sırasını teklif etti. Kız teşekkür anlamında gülümsedi ama başını iki yana salladı. İtalyan gümrük görevlisi sıkkın bir ifadeyle ilk gencin pasaportunu elini alıp açtı. Gözleri durmadan kızıl saçlı kızın iri göğüslerine doğru kaymaktaydı. Bluzun altında başka bir giysi bulunmadığı öyle belliydi ki! Gümrükçü pasaporttaki resimden başını kaldırıp gencin yüzüne baktı; sonra bakışlarını tekrar resme çevirdi. Starr, «O fotoğraf, herif bu özenti sakalı bırakmadan önce çekilmiş,» diye açıkladı.Bu sırada gümrük görevlisinin omuz silkip pasaportu mühürlediği görüldü. İkinci delikanlıya da aynı güvensiz ve beceriksiz muamele yapıldı. Ama onun pasaportuna iki kere mühür basıldı. Bunun nedeni, kızıl saçlı kızın memeleriyle fazlaca ilgilenen görevlinin ilk seferinde mührü stampaya basmayı unutmuş olmasıydı. İki genç çantalarını yerden alıp omuzlarına taktılar, oracıkta bir akrabalarını karşılamaya çalışan kalabalık İtalyan ailenin arasından özürler mırıldanarak geçmeye çalıştılar. Starr önündeki düğmeye basıp, «Tamam, artık yavaşlat,» diye komut verdi. «Dananın kuyruğu neredeyse kopacak.» Filmin dönüş hızı dörtte bire iniverdi.Birbirlerini titrek biçimde izlemeye başlayan film karelerinde, delikanlıların sanki çevrelerindekihava değil de jelatinmiş gibi hareket etmeye başladıkları görüldü. Önde giden başını çevirip kuyruktaki birine yavaşça gülümsedi. Tüm hareketler aydaki yerçekimi koşullarında canlandırılan bir baleyi düşündürüyordu. İkinci genç kalabalığı süzerken yüzündeki kayıtsızgülümseme donuverdi. Ağzı açıldı, sesi çıkmayan bir çığlık görüldü. Haki gömleğinin önü yarılıp dışarıya kanlar fışkırmaya başladı. Daha o dizüstü düşme işlemini tamamlayamadan ikinci bir kurşun gelip yanağını boydan boya yırttı. Kamera tembel tembel dönüp ikinci genci buldu. Çantasını yere atmış, yavaşlatılmış adımlarla duvar dibinde dizili dolaplara doğru koşuyordu. Omzuna kurşun girdiğinde havada bir takla attı, dolaplara zarif bir hareketle çarpıp geri tepti. Kalçasında da kızıl bir mağara açılmıştı. Cilalı taş zeminin üstüne yanlamasına kayıp orada kaldığı sırada üçüncü bir kurşun kafasının arkasını uçurdu. Kamera binanın içini tarıyordu. Aradığı iki adamı buldu, kaybetti, yeniden buldu. Net değildi adamların görüntüsü. Birlikte camlı giriş kapılarına doğru koşmaktaydılar. Görüntü netleştirilince adamların Uzakdoğulu olduğu anlaşıldı. Birinin elinde otomatik bir silâh vardı. Birden sırtı arkaya doğru kıvrıldı, elleri havaya kalktı, yeri öpmeden önce bir süre de ayak parmakları üzerinde kaymayı sürdürdü. Elindeki silâh yere çarptığında salonda hiç ses duyulmadı. Adamlardan ikincisi cam kapıya varmıştı.Dışarıdan gelen bulanık ışıkta silueti belli oluyordu. Kapının camı adamın başının az üzerinde bir yerden kırılınca, siper almak için öne doğru eğildi, sonra yan dönüp kapısı açık bekleyen asansöre saldırdı. O sıra asansörden bir grup okul çocuğu çıkmaktaydı. Küçük bir kız yere doğru kaydı. Saçları sanki suyun içindeymişçesine yelpaze gibi açıldı. Serseri bir kurşun karnına girivermişti. İkinci kurşun Uzakdoğuluyu iki kürek kemiğini arasından yakalayıp asansörün yanındaki duvara yavaşça yasladı. Yüzünde ıstırap dolu bir sırıtma görülüyordu. Sırtına giren kurşunu yolup çıkarmak istercesine elini arkasına götürmekteydi. Yeni gelen kurşun avucunudelip omurgasına saplandı. Ağır ağır yere doğru kaydı, kafası asansörün içinde, yattı kaldı.Asansörün kapısı tam kapanacakken, aradaki engelin basıncıyla gerisin geri açıldı. Genekapandı, gene açıldı. Kapandı. Açıldı. Kamera binanın içini ağır ağır taramayı sürdürüyordu. Çekim yüksek bir yerden yapılmıştı. Yere düşen çocuğun çevresine şoka kapılmış, şaşkın öğrenciler toplanmıştı. Bir oğlancık ağzını açıp güçlü ama sessiz bir çığlık kopardı... Havaalanı görevlilerinden ikisi, ellerinde minik İtalyan otomatik tabancalarıyla yerde yatan doğululara doğru koşuyorlardı. Bir tanesi hâlâ ateş etmekteydi... Ak keçi sakallı ihtiyar kendi kanından oluşmuş, gölcüğün ortasına oturmuş, ayaklarını dümdüz karşıya uzatmıştı. Kumlarla oynayan bir çocuk gibi. Yüzünde, olanlara inanamamanın ifadesi vardı. Gümrük görevlisine her şeyi çok iyi anlattığından öyle emindi ki... İsrailli gençlerden biri, yok olmuş yanağının üstüne yatmıştı.Çantasının hâlâ omzunda takılı olması şaşırtıcıydı. Akrabalarını bekleyen İtalyanlar arasında da yavaşlatılmış, gelenekselleşmiş bir menüet dansını andıran hareketler görülmekteydi. İçlerinden üçü yerde yatıyordu. Diğerleri ağlaşıyor, diz çöküyor, bu arada bir genç topukları üzerinde dönüp duruyor, yardım getirmek, ya da canını kurtarmak için hangi tarafa koşması gerektiğini saptamaya çalışıyordu... Kızıl saçlı kız kazık kesilmiş gibiydi. Dehşetle açılan gözleri az önce kendisine sırasını vermeye çalışan gençten ayrılamıyordu... Kamera, sonunda dolapların yanına serilmiş yatan ve kafasının arkası olmayan gencin üzerinde kalakaldı... Starr. «Hep... hep... hepsi bu kadar baylar.» dedi. Projeksiyonun ışığı söndü, duvar ampulleri gittikçe güçlenerek normal hallerini buldular. Starr. Diamond'dan veya Araptan gelebilecek sorulan karşılamak üzere oturduğu yerde yarı yan döndü. «Evet???» dedi. Diamond'un gözü hâlâ boş ekrandaydı. Üç parmağının ucunu hafifçe dudaklarına yaslamış, eylem raporu kucağında, öğlece oturuyordu. Parmaklarının çenesine doğru kaymasına izin verirken alçak sesle, «Kaç kişi?» diye sordu. «Efendim» «Bu eylemde kaç kişi öldü?» «Ne demek istediğinizi anlıyorum efendim.İşler tahmin ettiğimizden biraz daha fazla cıvıdı. İtalyan polisine pek sokulmayın diye talimatvermiştik ama, anlaşılan emirleri birbirine karıştırmışlar. Bu da pek bir yenilik sayılmaz. Ben bile biraz güçlük çektim. Kurşunlarım İtalyan polisinin sanılsın diye Beretta tabanca kullanmak zorunda kaldım. Oysa Beretta'nın el silâhı olarak gücü, kasırganın yanında osuruk bile sayılmaz. Babam öyle derdi. Elimde bir Smith Wesson olsa o iki Japonu iki kurşunda sererdim, ateş hattıma giren o küçük kızcağızı da vurmazdım. Tabii ilk aşamada bizim Japonlara işi biraz salçalı tutmaları söylenmişti. Kara Eylül eylemlerine benzesin diye. Ama İtalyan polisleri gelip de, babamın deyimiyle, taşa işeyen inek gibi sağa sola rastgele kurşun saçmaya başlayınca...»«Starr?» Diamond'un sesi duyduğu yoğun tiksintiden belirgin bir ağırlık kazanmıştı. «Neydi benim sana sorduğum soru?» «Kaç kişinin öldüğünü sormuştunuz.» Starr'ın konuşmasına birden bir canlılık geliverdi. Budalalarla konuşurken hedefi saptırabilmek için arkasına saklandığı saf iyi çocuk kimliğini atıverdi üstünden. «Toplam dokuz kişi.» dedi, yüzünde apansız, beklenmedik bir sırıtma ifadesi görüldü, sonra tekrar babayani tavrına döndü. «Bir sayalım. Önce tabii o iki Yahudi hedef, sonra onları vurdukları için yok etmek zorunda olduğum iki Japon ajanımız, sonra kurşunumun yoluna çıkan o zavallı küçük kız, serseri kurşunu havada yakalayan ihtiyar, ve Yahudi genç aralarından geçerken oralarda oyalanıp duran İtalyan aileden üç kişi. Oyalanmaktehlikeli şeydir. Yasa çıkarılıp yasaklanmalı bence.» «Dokuz, ha? İki kişiyi avlamak için dokuzkişi öldürdünüz, öyle mi?» «Aman efendim unutmayın ki bu işi Kara Eylül eylemlerine benzetin diye talimat vermişlerdi. Kara Eylülcüler de biraz abartmacı tiplerdir. Yumurtayı balyozla kırmayı severler. Bunu söylerken dostumuz Bay Haman'ı incitmek istemem.» Diamond seri okuma yöntemiyle gözden geçirdiği rapordan başını kaldırdı. Haman? Birden hatırladı. Arkada oturan Araba CIA'in hayal gücü geniş kadrosu Haman diye bir şifre adı takmıştı. «Ben alınmam,» dedi Arap. «Biz buraya öğrenmeye geldik, Bay Starr. Bazı stajyerlerimizin 'Birincilik Akademisi' dediğiniz yerde çalışması da bu yüzden. On yedinci madde gereği mübadele bursu kazanmışgözüken bu öğrenciler aslında bu amaçla oradalar. Doğrusunu söylemek gerekirse, sizinrütbenize sahip birinin bu işi bizzat üstlenmesi beni çok etkiledi.» Starr hoşnut bir alçak gönüllülükle elini havada şöyle bir çevirip iltifatı yana iter gibi yaptı. «Sözünü etmeye değmez. İşinin doğru yapılmasını istiyorsan, en meşgul adama yaptır derler, bilmez misiniz?» Diamond gözlerini rapordan ayırmaksızın, «Bunu da mı baban söylemişti?» diye sordu. «Gerçekten de o söylemişti. Siz öyle deyince hatırladım.» «Tam bir halk düşünürüymüş.» «Bence daha çok it oğlu itin tekiydi ama, kelimeleri kullanmayı pek bilirdi.» Diamond soluğunu burnundan verip dikkatini tekrar rapora çevirdi. Ana Şirket'in kendisini CIA'in kontrolüne atadığı petrol üreticilerini uzaktan yakından ilgilendiren her türlü eylemin kontrolünü ona verdiği günden bu yana. Starr gibi adamların bütün beceriksizliklerine karşın hiç aptal olmadıklarını öğrenmişti. Tersine, insanı şaşırtacak kadar zeki olabiliyorlardı. Ama mekanik, sorun-çözücü anlamında zeki. Starr'ın yazdığı raporlarda ne dilbilgisi teklemesine, ne de ifade yanlışına rastlanırdı. Tersine duru, özentisiz bir dille sergilenen anlatımlar, olayları insanın gözü önünde canlandırabilecek nitelikte olurdu hep. Starr'ın özlük raporunu okurken Diamond onun genç kuşak CIA ajanları gözünde adeta bir kahraman sayıldığını öğrenmişti. Bilgisayar dönemi öncesinden kalma ajan tipi. CIA eylemlerinin daha çok Berlin Duvarının bir yanından öbür yanına kurşun patlatarakyapıldığı günlerden kalma meclis üyeleri hakkında malî ve cinsel kanıtlar toplayıp şantaj yaparak yasa oylamalarındaki tutumlarını etkileme döneminin başlamadığı günlerden kalma bir ajan.Bir süre önce benzer bir görevden ayrılıp siyasal suçlarla ilgili serüven romanları yazmayabaşlayan öteki ajanla aynı yılın adamıydı Starr. Doruğu aşıp inişe geçmiş tiplerden. Yazar olanı,sonunda uydurmaları yüzünden rezil olunca sessizliğe gömülmüş, bu sefer arkadaşları onugöklere çıkaran yazılar yazıp büyük kârlarla bastırmaya başlamışlardı. Bir süre cezaevindeyattıktan sonra sessizliğine bir soyluluk katmak amacıyla, «Yalvarmayacaksın,» adlı bir kitapdaha yazmış, herkes bu seferkini de bayat bir espri diye nitelendirirken, dostu Starr bu sarsak budalaya büyük hayranlık besler olmuştu. Eski CIA'cilerin ortak niteliği olan «İzci/serseri» ruhu her ikisinde de vardı. Diamond gözlerini rapordan kaldırarak, «Bu rapora göre, Bay... Bay Haman, siz de eyleme gözlemci olarak katılmışsınız,» dedi. «Evet. Doğru. Gözlemci ve stajyer olarak.» «Mademki oradaydınız, neden üstlerinize rapor vermeden önce bu filmi izlemek istediniz.» «Ah... evet... Şey... aslında bakarsanız...» «Raporunu kendi gözlemlerine dayanarak vermesi olanaksızdı efendim,» diye açıkladı Starr. «Eylem başlarken o da bizim yanımızdaydı ama, on saniye sonra gölgesini bile görmez olduk. İş bittikten sonra döküntüleri toplasın diye geride bıraktığımız bir adam onu genel tuvaletlerin en dip bölümünden çıkarmış.» Arap kısa ve neşesiz bir gülüşle, «Doğru,» dedi. «Doğanın çağrılan zaman diye bir şey bilmedikleri gibi uygulatıcı da oluyorlar.» Başyardımcı gözlerini kırpıştırıp kaşlarını çattı. Uygulatıcı? Acaba adam zorlayıcı mı demek istiyordu? Diamond, «Anlıyorum,» deyip gözlerini tekrar yetmiş beş sayfalık rapora çevirdi. Sessizlikten tedirgin olan Arap boşluğu doldurmak istercesine atıldı. «Fazla meraklı görünmek istemem ama, anlayamadığın; bir şey var. Bay Starr.» «Hemen sor, ahbap!» «Vuruşu yapmak için neden Japonları kullandınız?» «Ne? Ha! Unutma ki işi sizin adamlarınız yapmış gibi görünsün diye karara varmıştık. Ama bizim örgütte Arap yok. Akademideki stajyerler de henüz bu numaralara kalkışacak kıratta değil.» Starr aslında o Arapların genetik yeteneksizlikleri nedeniyle öyle bir düzeye hiçbir zaman gelemeyeceklerinden emindi ama, bunu söylemeyi uygun bulmadı. «Buna karşılık» diye sürdürdü sözünü, «sizin Kara Eylülcülerin bazıları Japon Kızıl Ordusu üyesiydi. Bunu biliyoruz. Bizim elimizde de Japonlar vardı.» Arap, kafası karışmış gibi kaşlarını çattı. «Yani bu iki Japon'un sizin örgütünüzün kendi adamları olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?» «Tamam, anladın işte. Hawaii acentemizden iki ajan. İyi çocuklardı hem. Onları kaybetmemiz yazık oldu. Ama fazla atak ve biraz da yutulmaz gözüken öykümüz, onların ölümüyle gerçeğe daha yakın bir görünüm kazandı. Cesetlerinden çıkarılacak kurşunlar Beratta'lardan olacak, böylece de İtalyan polisleri onları vurmanın onurunu kazanacak. Ayrıca cesetlerin üstünden çıkacak belgeler onları Kızıl Ordusu üyesi Japonlar olarak gösteriyor. Kapitalist bilmem nesine karşı sonuna kadar sürdürülecek savaşında Arap dostlarına yardım etmek isteyen kızıllar.» «Kendi adamlarınızdı, ha?!» Arabın sesi dehşet doluydu. «Kendini harap etme. Kimlikleri, elbiseleri, hatta otopside midelerinde bulunacak yiyecekler bile onların Japonya'dan geldiğini gösterecek. Zaten olaydan birkaç saat önce Tokyo uçağından inmişlerdi.» Arabın gözleri hayranlıkla parıldıyordu. İşte amcası olan başkan onu Amerika'ya böyle şeyleri öğrensin de benzerlerini düzenleyebilsin diye göndermişti. Böylelikle yeni dostlarına bağımlı kalmak zorunluluğundan kurtulacaklardı. «Ama herhalde bu Japon ajanlar kendilerinin... şey... şey olacağını bilmiyorlardı...» «Bertaraf edileceğini demek istiyorsun. Hayır, bilmiyorlardı. Bu örgütte bir kural vardır. Aktif görevde olanlara, ancak işlerini görebilmeleri için yeterli olacak kadar bilgi verilir. Gerçi yetenekli çocuklardı ama, gene de işin sonunun kendileri için böyle geleceğini bilselerdi, herhalde heveslerinin birazını olsun kaybederlerdi. Ne dediğimi anlıyorsun, değil mi?» Diamond her sayfanın ortalarında bir hizadan, bütün satırları yukardan aşağı inen bir çizgi halinde tarayarak hızla okumasını sürdürüyordu. Kafasında yaptığı değerlendirmeler, gözünün gördüğünü pek az geriden izlemekteydi. Gözüne çarptığı halde kafasında yerine oturtamadığı bir şey olursa hemen durup geri dönüyor, orayı bu sefer enine, doğru dürüst okuyordu. Kafasındaki alarm zilleri onu uyardığında son sayfaya gelmişti. Durakladı, bir önceki sayfayı çevirip dikkatle, soldan sağa okudu. Çenesindeki kaslar kıpırdıyordu. Gözlerini kaldırdı, bir süre hiç soluk almadı. Bu adamdan çıkabilecek en büyük ünlemlerden biriydi, bu. Başyardımcının gözleri donuklaşıverdi. Bu belirtileri tanırdı. Bir bit yeniği vardı bir yerde. Diamond raporu omzunun üzerinden geriye uzatırken ıstırap içindeymiş gibi içini çekti. Sorunun iyi bir değerlendirmesini yapmadan Arap gözlemciye bir şey söylemek niyetinde değildi. Geçmiş tecrübeleri kendisine Araplara gereğinden fazla bilgi vermenin doğru olmadığını göstermişti. Böylece bir yüklü taşımayı beceremezlerdi bunlar. Başını biraz çevirip, «Ee, tatmin oldunuz mu, Bay Haman?» dedi. Arap bir an kendi şifre adını tanıyamadı, sonra sıçrar gibi oldu, kıkır kıkır güldü. «Aa, evet. Filmin sergilediği kanıtlardan çok etkilendim demek daha doğru olur.» «Yani etkilendiniz ama tatmin olmadınız, öyle mi?» Arap tipik bir halı tüccarı gibi boynunu içine çekti kafasını yana büktü, ellerini havaya kaldırıp, «Sevgili dostlarım,» dedi. «tatmin olmak veya olmamak benim harcım değil. Ben yalnızca bir haberciyim, bir bağlantı elemanıyım... nasıl diyorsunuz ona? Bir...» Diamond, «Ulak mı?» diye önerdi. «Belki. O kelimeyi bilmiyorum. Kısa bir süre önce, haber alma örgütümüz Münih Olimpiyatı Misilleme Eylemi'ni gerçekleştirenlerden hayatta kalan son iki kahramanın öldürüleceğine dair bir komployu haber aldı. Amcam, yani başkan, bir komployu köstekleme isteğini belirtti... Doğru mu o kelime?» «O da bir kelime,» dedi Diamond. Sesi artık canının sıkıldığını belli ediyordu. Usanmıştı bu budaladan. Sanki insan değil, etnik bir espriydi herif. «Hatırlayacağınız gibi bu komplonun kösteklenmesi, petrol rezervleri konusunda Ana Şirketle dostça ilişkilerin sürdürülmesi için gereken koşullardan biri sayıldı. Ana Şirket tüm bilgi ve deneyimini değerlendirerek bu işi CIA'ye verdi. Tabii Bay Diamond'un yakın kişisel denetimi altında olmak üzere. Doğrusu cesur dostum Bay Starr'ın gücenmesini istemem ama. CIA tarafından yetiştirilmiş kişilerin bize çok dostça davranan ve bizimle iyi iş birliği yapan bir Başkan'ın düşmesine yol açan çuvallamalarından sonra, artık bu örgüte olan güvenimiz pek sınırsız sayılmaz.» Arap başını tekrar yana büküp Starr'a özür dilercesine sırıttı. Starr bu arada büyük bir dikkatle tırnak etlerini muayene ediyordu. Arap devam etti. «Haber alma organımız CIA'ye bu cinayeti işlemekle görevlendirilen iki Yahudi gangsterin adlarını vermeyi başardı. Ayrıca Tel Aviv'den ayrılacakları yaklaşık tarihi de verdi. Bay Starr bu verilere kuşkusuz kendi kaynaklarından öğrendiklerini de ekledikten sonra, komployu boşa çıkarmak için sizlerin 'bozgun eylemi' dediğiniz bir tür girişime karar verdi. Yani suçluları, suçu işlemeden önce saf dışı bırakmak. Çok ekonomik ve âdil bir yöntem. Şimdi bana bazı görüntüler gösterdiniz ve eylemin başarılı olduğunu kanıtladınız. Bunu üstlerime raporla bildireceğim. Tatmin olup olmamak onların işi, benim değil.» Arabın şarkı söyler gibi sıraladığı kelimeler sırasında aklı başka yerlerde olan Diamond. «İyi öyleyse,» dedi. Başka bir şey söylemeden kalkıp sıraların arasındaki yoldan ense kökünde Başyardımcısıyla birlikte, yürümeye başladı. Starr bacağını gene önündeki koltuğun arkasına taktı, cebinden uzun bir puro çekti. Omzunun üstünden Araba, «Bir daha seyredelim mi?» diye sordu. «Hoş olurdu.» Starr panelin düğmesine bastı. «Hey, ahbap? Bir daha oynat bize!» dedi. Gözlüklerini fırça gibi kısa saçlarına doğru itti. Işıklar kararmaya başlamıştı bile. «İşte başlıyor. İkinci gösteri. Hem de hiç gecikmeden.» * * * Merkezin beyaz duvarlı koridorlarında hızlı hızlı yürürken Diamond'un öfkesi yalnızca ayakkabı köselelerinin yere çarparken çıkardığı sert sesten belli oluyordu. Duygularını belli etmemeye iyice eğitmişti kendini. Ama gene de ağzının çevresindeki hafif gerginlik, gözlerindeki netlikten uzak bakışlar. Başyardımcıya durumu belirtmeye yetiyor, patronun içinin öfkeyle kaynadığını açıkça anlatıyordu. Asansöre bindiler. Başyardımcı cebinden çıkardığı manyetik kartı, 16'ncı kat yazılı yerde düğme yerine açılmış yarığa soktu, asansör hızla aşağıya inmeye başladı. 16'ncı kat, aslında en alt bodrumdaki özel çalışma yerinin şifre adıydı. Ana Şirket adına CIA faaliyetlerini eline alır almaz Diamond'un ilk yaptığı iş, merkezin en kuytu köşesinde kendine hiç kimsenin giremeyeceği bir çalışma yeri ayırmak olmuştu. CIA kadrosundan tek kişinin 16'ncı kata girme yetkisi yoktu. Büro kurşun duvarlarla çevrelenmiş, örgütü her zamanki cahil durumunda bırakmak amacıyla her yanına uyarma sistemleri takılmıştı. Dinleme aygıtına karşı uyarma sistemleri tabii. Hükümetin merakına karşı ek bir engel olmak üzere Diamond'un ofisini Ana Şirketin kompüterine bağlayan özel kablolar, gerek CIA' in gerekse diğer meraklıların isteyerek veya kazayla kulak misafiri olmasını önleyecek aygıtlara sahipti. Ana Şirketin araştırma ve iletişimiyle her an temasta olan Diamond'a ikiden fazla yardımcı gerekmiyordu artık. Biri başyardımcısıydı. Kompüter kullanmada sanat düzeyine yükselmiş biri. İkincisi de sekreteri Bayan Swiven'di. Asansörden geniş bir çalışma salonuna çıktılar. Duvarlar ve halılar mat beyazdı. Orta yerde bir «tartışma bölgesi» kurulmuştu. Burası bir masayla, çevresine dizili minderli beş koltuktan oluşuyordu. Masanın üstü camdandı. Bu cam zaman zaman kompüterin televizyonu tarafından ekran olarak kullanılıyor, üzerine görüntüler yansıtılıyordu. Beş koltuktan yalnız bir tanesi döner koltuktu: Diamond'unki. Ötekiler yere sımsıkı çakılmış, en az ölçüde rahatlık sağlayacak biçimde hazırlanmıştı. Yani çabuk, işlek tartışmalar için kurulmuş bir yerdi burası. Sohbetlere, sosyal konuşmalara yer bırakmıyordu. Tartışma bölgesinin karşısındaki duvarda bir konsol vardı. Bu konsol, Ana Şirketin kompüteriyle, yani ŞİŞKO'yla bağlantıyı sağlıyordu. Ayrıca içinde televizyon, telefoto ve teleks de vardı. Böylelikle Şişko'dan gerek yazılı gerek görüntülü bilgi istenebiliyor, alınan bilgiler kısa vadeli olarak burada korunabiliyor konferans süresince kullanılabiliyordu. Başyardımcının yeri her zaman bu konsolun önündeki sandalyeydi. Parmakları konsolun tuşları üzerinde kendine özgü, soyut bir sanatsallıkla, hatta sevecenlikle işler dururdu. Yan taraftaki belli belirsiz platformun üzerinde Diamond'un masası dururdu. İlgi çekecek kadar alçak gönüllü bir masa. Elliye altmış beş santimetre boyutlarındaki üst yüzü beyaz plastiktendi. Ne çekmecesi ne de rafları vardı. Yani bir evrakı kaybedecek, gözden kaçıracak hiçbir yeri yoktu. Başka konuya bakmak bahanesiyle kağıdı şöyle öteye itecek yeri bile yoktu. Önemlilik sırasına göre her iş, ancak karar için gerekli tüm veriler biriktirildikten sonra onun önüne gelir, karar çabucak verilir, iş o masadan çıkardı. Diamond fiziksel kargaşalıktan da, duygusal kargaşalıktan da nefret eden biriydi. Önce kendi masasının başındaki koltuğa yürüdü. Bu koltuk bir ortopedi uzmanı tarafından hazırlanan çizime göre, yorgunluğu en alt düzeye indirecek, fakat bunun yanı sıra insanı uyuşturan bir rahatlık vermeyecek şekilde yapılmıştı. Sırtını pencereye dönüp oturdu. Pencereden parkın bir kesimi ve az ilerde Washington anıtı görünüyordu. Bir süre dua edermiş gibi, avuçlarını birbirine dayayıp öyle oturakaldı. Başparmakları hafifçe dudaklarına dokunuyordu. Başyardımcı hiçbir şey söylemeden konsolun önündeki yerine geçti, emirleri bekledi. Onların gelişini duyan Bayan Swiven bitişikteki odasından geldi, Diamond'un platformunun altındaki kendi sandalyesine oturdu. Elinde not almak için kağıtları hazırdı. Yaşı yirmilerin sonlarına yaklaşan, dolgunca vücutlu, gür, bal rengi saçları ciddi biçimde topuz yapılmış bir kadındı. En dikkati çeken yeri, olağanüstü beyazlıktaki teniydi. Altındaki damarların mavi bir harita çizdiği ilk bakışta görünüyordu. Diamond gözlerini kaldırmaksızın ellerini dudaklarından çekti, işaret parmağını Başyardımcıya doğru uzatıp konuştu. «O iki İsrailli genç. Bir örgüte bağlıydı onlar. Adı?» «Münih Beşlisi, efendim.» «Fonksiyonu?» «Münih Olimpiyatlarında öldürülen atletlerin intikamını almak. Daha ayrıntılı söylemek gerekirse, o işe karışmış Filistinli teröristleri öldürmek. Resmi kuruluş değil. İsrail Hükümetiyle ilgileri yok.» «Anlıyorum.» Diamond parmağını bu sefer Bayan Swiven'e uzattı. «Bu akşam yemeği burada yiyeceğim. Çabuk ve hafif bir şey. Ama çok proteine ihtiyacım var. Bir bardak maya içine sıvı vitaminler koy, yumurta sarılarıyla sekiz on çiğ ciğer kat. Mikserde çırp.» Bayan Swiven başını salladı, önlerinde o uzun gecelerden biri daha vardı demek. Diamond döner koltuğunu çevirip Washington anıtına görmeyen gözlerle baktı. Anıtın dibindeki çimenlerin üzerinde, her gün tam aynı saatte geçen okul çocukları, tabur halinde yürüyorlardı. Geri dönmeden, omzunun üstünden konuştu. «Bana bu Münih Beşlisiyle ilgili veri iste.» «Hangi endekslerde olsun efendim?» «Küçük bir örgüt bu. Hem de yeni. Tarihçe ve üyelerle başlayalım.» «Hangi derinliğe kadar tarayayım?» «Onu sen bul. En iyi yaptığın iş bu.» Başyardımcı sandalyesinde döndü, Şişko'ya gerekli emirleri vermeye koyuldu. Yüzünde hiç hareket yoktu ama, yuvarlak gözlüklerinin gerisindeki gözleri zevkle parıldıyordu. Şişko, batı dünyasının tüm kompüterlerinde birikmiş bilgilere sahip olduktan başka, Doğu bloğundan uydu kanalıyla çalınmış bir miktar bilgiyi de hazinesinde bulundurmaktaydı. Devlet sırrı sayılan askeri bilgilerden, telefon faturalarına kadar, CIA'in şantaj malzemesinden Fransa'daki ehliyet sahiplerine kadar, İsviçre bankalarındaki şifreli hesapların sahiplerinden Avustralya'daki reklâm şirketlerinin adres postalama listelerine kadar, yok yoktu içinde. Hem en hassas veriler, hem en dünyasal olanlar. Sanayileşmiş batı dünyasında yaşayan biriyseniz, Şişko'da siz de vardınız. Kredi kartlarınızdaki tavan rakam, kan grubunuz, siyasal tarihçeniz, cinsel eğilimleriniz, sağlık siciliniz, ilk-orta-lise ve üniversite notlarınız, yaptığınız telefon görüşmelerinden rastgele derlenmiş birkaç bant, ömrünüzde göndermiş ya da almış olduğunuz her telgrafın bir kopyası, veresiye yaptığınız bütün alışverişler, tüm askerî veya cezaevi kayıtlarınız, tüm gelir vergisi kayıtlarınız, abone olduğunuz dergilerin tüm listesi, ehliyetiniz, parmak iziniz... evet, bütün bunlar, Ana Şirketin özel ilgi duymayacağı, sade bir vatandaşsanız vardı. Ama eğer Ana Şirket, CIA gibi, ya da NSA gibi Ana Şirketin yatırım yaptığı kuruluşlardan biri, veya diğer demokratik ülkelerde bunlara benzer kuruluşlardan biri size şu ya da bu nedenle önem vermişse, o zaman Şişko'nun sizin hakkınızdaki bilgisi bundan kat be kat derin olurdu. Şişko'ya veri programlamak, bir yığın teknisyen ve mekanik uzmanının soluk almadan yaptığı bir işti. Ama ondan bilgi almak ancak bir sanatçının harcıydı. Eğitilmiş biri gerekliydi buna. Tuşesi ve ilhamı olan biri. Sorunun kaynağı, Şişko'daki bilgilerin çok fazla olmasıydı. Eğer istediğiniz konuyu çok yüzeysel tararsanız, aradığınızı bulamayabilirdiniz. Çok derin taradığınızda ise, Şişko size okuyamayacağınız kadar çok yazı vermeye başlardı. Eski idrar testlerinin raporları, yavrukurtken kazanılmış ödüller, lise yıllığında kişinin hakkında yazılmış yazılar, hangi marka tuvalet kağıdını tercih ettiği, falan filan. Başyardımcının en büyük yeteneği, Şişko'ya tam en gerekli soruları sorabilmesi, ondan bilgiyi istediği derinlikte koparabilmesiydi. Kompüteri konser veren bir piyanistin doyuruculuğuyla kullanır, çok da severdi. Bu konsolun başında çalışmanın ona verdiği zevk, seksin başka erkeklere verdiği zevk gibi bir şeydi. Yani kendi düşüncesine göre başka erkeklerin seksten anlaması gereken zevk gibi bir şey. Diamond omzunun üstünden Bayan Swiven'le konuştu. «Hazır olduğum zaman bu Starr denen adamla konuşmak isteyeceğim. Bir de Bay Haman dedikleri o Arap'la. Çağrılınca gelecek biçimde hazır beklesinler.» Baş yardımcının parmakları üzerinde gezindikçe konsoldan sıcak mırıltılar geliyordu. İlk cevaplar akmaya başlamıştı bile. Parça parça hafıza bankasına işleniyordu. Diyalog başlamıştı artık. Şişko'yla yapılan konuşmalar asla birbirinin aynı olmazdı. Her biri kendine özgü bir hava içinde olurdu. Şimdi de bu seferki sorunun ayrıntıları, başyardımcının o azımsanamayacak aklını okşuyordu işte. Ortaya doğru dürüst bir görünüm çıkması en azından yirmi dakika sürerdi. Diamond bu süreyi ziyan etmemeye karar verdi. Biraz jimnastik yapıp güneşlenebilir, vücudunu ve zihnini önündeki uzun çalışmaya hazırlayabilirdi. Parmağını kıvırıp Bayan Swiven'e peşinden gelmesini işaret ederek bitişikteki jimnastik odasına geçti. O donuna kadar soyunurken Bayan Swiven kendi gözlerine yuvarlak, koyu renk, küçük bir gözlük taktı, bir benzerini de ona uzattı, sonra duvarlardaki güneş lambalarını yaktı. Diamond bir platformun üstüne sırtüstü yatmış, bacaklarını kıpırdatmaksızın oturup yatma hareketlerine başlamıştı. Ayak bilekleri kadife bir iple birbirine bağlıydı. Bayan Swiven güneş lambalarından korunabilmek için sırtını duvara iyice yaslama çabasındaydı. Diamond jimnastiklerini yavaş yavaş yapıyor, en az hareketten en fazla yarar sağlamaya çalışıyordu. Yaşına göre formu çok iyiydi ama göbeği biraz dikkat istiyordu. Doğrulup sol dirseğini sağ dizine değdirirken homurtuyu andıran bir sesle, «Bak dinle, bu işe CIA'yi da sokmak zorundayım,» dedi. «Son gösteri tensikatından sonra yukarda kim kalmışsa ona da haber ver.» CIA'in başına yalnızca siyasal kimlikleri nedeniyle gelip, kamuoyunun öfkesine kurban edilerek gidenler hariç, bu kuruluşun en yüksek rütbeli kişisi, Uluslararası Bağlantı Müdür Muavini denilen kimse olup, nedense ondan hep bu unvanıyla söz edilirdi. Bayan Swiven patronuna Muavin'in henüz binadan çıkmadığını bildirdi. «O herif yeter. Söyle de hazır beklesin. Ha... bu hafta sonu için olan tenis randevumu da iptal et.» Bayan Swiven'in kara gözlükleri üstündeki kaşları yukarıya kalkıverdi. Bu seferki durum gerçekten ciddi olmalıydı. Diamond ağırlıklarla çalışmaya koyuldu. «Ayrıca Şişko'dan öğleden sonra her istediğim an bilgi almak için sıra önceliği istiyorum. Belki akşama kadar.» «Başüstüne efendim.» «İyi, notlarını oku bakayım.» «Sıvı halde yüksek protein. Bay Starr'la Bay Haman'a haber. Muavin'e haber. Şişko için sıra önceliği.» «Tamam. Şimdi hepsinin başına Reis için bir mesaj al.» Diamond yaptığı hareketlerin etkisiyle ağır solumaya başlamıştı. «Mesaj: Roma Havaalanı Bozgun Eyleminin kusursuz olmama olasılığı var. Araştırıp durumu bildireceğim.» Yedi dakika sonra Bayan Swiven döndüğünde elindeki büyük bardağın içinde koyu, köpüklü, morumsu renkte bir sıvı vardı. Bu rengi ona içindeki çiğ ciğer veriyor olmalıydı. Diamond jimnastiklerinin sonuna yaklaşmıştı. Duvara tutturulmuş çelik bir barda çalışıyordu. Durup yemeğini eline aldı. Bayan Swiven hemen tekrar duvara yapıştı. Güneş lambalarının etkisinden elinden geldiği kadar korunmaya çalışıyor, bir yandan da o hassas cildinin daha şimdiden oldukça yanıp tahriş olduğunu hissediyordu.Ana Şirket hesabına çalışmanın pek çok avantajları vardı doğrusu. Fazla mesailer, dolgun bir emeklilik, hastalık ve ilâç yardımları, Kanada Kayalık Dağları üzerindeki şirket sayfiye evlerinde geçirilen tatiller, güzel yılbaşı partileri.... Ama iki de büyük derdi vardı. Haftada bir güneş yanığına uğramak, ve Bay Diamond'un öfkesini kendisinden çıkarmasına izin vermek. Gene de filozofça davranıyordu Bayan Swiven. Hangi iş kusursuzdu ki! «Notların hepsi yapıldı mı?» Diamond içtiği sıvıyı bitirdiğinde hafifçe ürpermişti. «Evet efendim.» Diamond kadının orada bulunduğunun hiç farkında değilmiş gibi külotunu çıkarıp önü cam kapılı duşa girdi, soğuk suyu sonuna kadar açtı. Gürültüsünün içinden, «Reis mesajını aldı mı?» diye seslendi. «Evet efendim.» Kısa bir sessizlik oldu. Sonunda Diamond, «Lütfen cevabının ne olduğunu bana söylemekten çekinmeyin, Bayan Swiven,» dedi. «Efendim?» Diamond duşu kapattı, adımını atıp dışarı çıktı, dolaşımı hızlandıracak biçimde dokunmuş özel havlularla kurulanmaya başladı. «Size Reis'in mesajını okumamı mı istiyorsunuz efendim?» Diamond hafifçe içini çekti. Dakikada yüz kelimenin üstünde yazanlar gurubundaki tek yüzüne bakılır kadın bu olmasa... «İyi olur, Bayan Swiven,» dedi. Kadın not bloknotuna baktı. Güneş lambalarına karşı gözlerini kırpıştırıp duruyordu.«Cevap: Reis'den Diamond'a. Bu konuda başarısızlık kabul edilemez.» Diamond düşünceli bir tavırla apış arasını kurularken başını salladı. Tam beklediği gibi bir cevaptı bu. Çalışma odasına döndüğünde zihni bıçak gibi keskinleşmiş, kararlar vermeye hazırdı. Üstünde rahat bir çalışma giysisi vardı. Soluk sarı, askılı bahçıvan pantolonu. Oldukça bol ve rahat. Üstelik yanığını da gösteren bir tonda. Başyardımcı pür dikkat, zevkten mest, konsolun başında çalışmasını sürdürüyordu. Şişko Münih Beşlisi'nin öyküsünü oldukça şekillendirmişti. Diamond cam üstlü toplantı masasının başındaki döner koltuğa kuruldu, «bellek bankasından buraya ver" diye seslendi. «Dakikada 500 kelime hızıyla gelsin veriler.» Bundan hızlısını sindiremezdi çünkü. Şişko'nun verileri bir düzenine uluslararası kaynaktan derleniyordu. Üstelik İngilizceye çevirisi de kovboy filmleri kadar ilkel olduğundan, insan anlamaya çalışırken yoruluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şibumi / Trevanian
Actionİnanılmaz ölçüde karışık ve özgün bir roman kahramanı Nicholai Hel. Yarı Rus, yarı Alman asıllı koyu bir Amerikan düşmanı. Şanghay'da doğmuş, bir Japon generali tarafından büyütülmüş; bir Japon bilgesinden de 'Go' oyunu öğrenmiş. Bask dili dahil yed...