birkaç solmuş çiçek

52 5 12
                                    

Sevgilim, şimdiden patavatsızlığımın kusuruna bakma. Gerçi, sen sırf inadıma patavatsız olmama takılır, kelimelerimi didik didik ararsın. Ama bu senin normal halin. Çokta özele indirgememem gerekiyor. Halim böyle olunca açıklamam gerekirse, takvimden gün eksiltip, kendi ömrümden çalıp senin ömrüne eklerken pekte mantıklı düşünemiyorum.

Siyah güllerin etrafımı sarmış, sana mektup yazıyorum. İşin ironisi ney biliyor musun? Bilmiyorsun. Biliyor olsan bu hataya düşmeyeceğini biliyorum. Belki de bildiğin halde yaptın emin değilim. Her neyse anlatayım. Benim deli gibi siyah aşığı olduğumu bildiğinden bu gülleri aldığını tahmin ediyorum. Sırf mutlu olurum diye düşündüğünden. Çünkü onlar nadir yetişiyor, yani bulunması zor ve pahalılar. Evet, güller çok güzel. Ama anlamlarını merak edip, etmediğini merak ediyorum. Çünkü onlar umutsuzluğu, umudun bittiğini temsil ediyorlar. Neredeyse tam benim durumuma uygun. Neredeyse mi? Tam olarak olsa gerek. Ama hala, sırf karşımda gülüp, takvim yapraklarımı yaktığından pekte kalan günlerimi aklıma getiremiyor, sonsuza kadar yaşacakmış gibi umut doluyorum. Sonra, sonra tedavi görüyorum. Yorgunluktan yürüyemiyor, saçlarımı kaybediyorum. Günlerce yatma isteğime, uyanmama isteğime engel olamıyorum.

Öylesine yaşamışım gibi hissettiriyor günlerimi saymak. Sanki on dokuz yaşıma kadar boşuboşuna yaşamış gibi. Ama nereden bilebilirsin ki ne zaman öleceğini? Sen, en sevdiğim sen nereden bilebilirsin ki ne zaman öleceğini? Bilemeyiz, o yüzden böyle düşünmemem de saçma ama kendime engel olamıyorum. Zihnimde siyah arkaplanlı, sansürlü bir televizyonda sürekli yazan bir yazı çıkıyor. Öleceksin. Öleceğim, öleceğim, öleceğim... Dayanamıyorum, senin piyanonun eskidiğini, şarap bardaklarının kırdığını göremeden öleceğimi bilmeyi kaldıramıyorum. Senin mezarıma beyaz güller ile geleceğini kaldıramıyorum. Bu küçük kalbime bu hisler çok çok ağır geliyor. Yatağıma kıvrılmak, zorla senin bana sarılışını hissetmek istiyorum. Etraf papatya koksun, taktığımız plak ben solana kadar çalsın istiyorum. Ama şüphesiz ki, o plak takılı olmasa dahi çalan şarkının durması yakındır sevgilim. Ama korkma, ben sana şarkılar söyleyecek, bir avuç papatya bırakıp, gözyaşlarım ile kirlettiğim bu mektubu sana emanet edeceğim. Elbette, elbette sevgilim sen kaldıramazsın. Senin kalbin bunlara bakmayı kaldıramaz sevgilim. Ama elbette alışacak kalbin, istemesen de, kabullenmek istemesende bakacaksın. Çünkü hayat hep istemediklerimizi bize sunar. Bu sanarım hayatın sana dikensiz uzattığı gülün siyah olması gibidir. Sevgilim, sevgilim sakın üzülme. Seni suçlamadım aldığın gülden ötürü, düşüncelerim için beni affet. Ne haddime seni suçlamak, benim gülünç düşüncelerim, patavatsız kelimelerim. Sadece bir bardak içip de sarhoş olmuşlar gibi hissediyorum. Özür dilerim, Güneş'im. Güneş'im, sahi biliyor musun neden güneşim dediğimi? Ben aydım, sen güneş ben senin ışığından beslendim hep o yüzden benim güneşimdin. Şimdi ayın yok olacak. Ve gezegenlerden nefret ettiğim halde, onların isimlerine katlanamadığım halde sana güneşim derken hep gülerdim. Çünkü sen kusurlarına katlanamadığım halde çok güzeldin. Güneş gibi parlıyordun. Benim tek sığınağımdın.

Senin en çok hangi özelliğini sevmezdim biliyor musun, hiçbir şey anlamayışını. Ben senin aksine, her şeyi anlatırdım. Her şeyi. Şu günlerde fark ediyorum ki, kelimeler ile çok inciniyorum. Her söylediğim kelime beni daha çok kırmış. Düşündükçe, ne kadar patavatsız davranıp, söylediğim, yaptığım her hareketin bedelini çok ağır ödemişim. Sende kırılmamak için mi hiçbir şey anlatmıyordun? Senin gibi yapmalıydım, birlikte sessizliği kucaklamalıydık, sen bana piyano çalmalıydın ya da belki ben keman çalmalıydım. Sahi, kemanım, pek değerlim. Şarkı durduğu an, kemanımın yayları sökülecek patlayacak gibi hissediyorum. Belki o öyle olmayacaktı ama senin kalbin patlayacakmış gibi hissettirecek sana. Bunun için özür dilerim, sana acı çektirceğim için. Tekrardan kemanıma gelirsek, belki sen alırsın ve çalarsın, belki birisine verirsini, belki de muhtemelen olacak olan üzeri tozlanır. Tavsiye isterseniz, kemana yazık olmasın diye birine vermenizi isterdim ama olmaz. Yakın, isteğim budur. Benim anılarımı, el izlerimi taşımış, gözyaşlarıma tanıklık etmiş birisidir kendisi. Gördüklerini size anlatmasında öylesine korkarım ki. Benimle birlikte gelmesin sadece yakın. Benim bazen delirdiğimi düşünürsün ya, belki bu yüzdendir bu onu yakmanızı istemem. Benim ardımdan bir başka kalacak bir sen varsın. Kendine iyi bakmanı isterim çok isterim bunu. Ama çok iyi bilirim ki sen, bensiz yapmazsın. Çok tökezlersin. Tekrar yürümeyi öğrenmek senin için sorun olmaz değil mi sevgilim. Evdeki çiçekleri soldurma, piyanonu toz tutturma, buzdolabın küflenmesin, zayıflama, yastığın geceleri ıslanmasın. Sen, en başından beri ben seni hak etmedim biliyorsun değil mi? Benim gibi zahmet verici bir hata... Ama ben biraz bencildim, sana alıştım, senin de alışkanlığın oldum. Sana bir ara sürekli şu soruyu sormuştum "ben neden çirkinim?" ve sen her seferinde "hayır, çirkin değilsin." diyerek beni öpmüştün. Sen beni anlamadın ya da anlamak istemedin. Çünkü benim ruhum çirkindi, şükürler olsun ki öbür dünyaya giderken bu çirkin ruhumu da alıp gidiyorum. Benim ruhum çok çirkindi. Sen bunu fark etmedin? Niye? Ben senin kusurlarını dört gözle ararken, o kısa boyundan rahatsız olurken, sen neden o çirkin ruhumu görmedin? Belki de, ben gizlemişimdir? Kim bilir. Sanarım, şu an görüyorsun o çirkin ruhumu. Giderken bile senin o küçük saf ve sevgi dolu kalbine yük bindiriyorum. İğrençim ama Tanrıya şükür buradan gidiyorum. Fakat anlatacaklarıma devam etmeliyim.

Senin o kısa boyundan, katlanmadığım özelliklerine rağmen sen her seferinde yanımda ışıldadın. Tıpkı güneş gibi, Güneş'im. Sanki, içimi görür gibi daha fazla güldün, umursamazca piyano çaldın, kemanımın sesini bastırmak ister gibi, gözyaşlarımı gizlemek ister gibi. Ben ise gözlerimi kapatıp sana teslim oldum. Çünkü inkar edemeyeceğim kadar güzelsin ve aurana karşı koyamıyorum. Benim güzel oğlum, sakın unutma kimseye bir şey anlatılmaz. Bir ölüye bile. Benim yanımda nasıl sessizsen, öyle sessiz olmaya devam et. Evdeki bitkiler ile konuş, piyanona anlat, olmadı benim mezar taşıma anlatırsın ama dikkat et, ben duymayayım, kulak misafirliği yapmayayım.

Aslında seni bu iç karartıcı kelimeler ile boğmak istemiyordum fakat ölürken huzurlu bir şekilde ölmek istedim, içimdeki düşüncelerden bağımsız, bulut gibi hafif bir şekilde. Fakat son defa hatalarımı ve seni üzüşlerimi bağışlaman için sana bir hediye vereceğim. Sadece sana yazıyormuş gibi bir şeyleri anlatmak içimi rahatladı, bunları okuyacakmışsın gibi. Fakat, bu kadar acımasız olamam. Son kez düşünceli davranıyorum sana. Bu zarfı sana yollmayacağım. Çünkü bu satırlar benim gözyaşlarımdan başka bir gözyaşının mürekkebi dağıtmasına dayanamaz. Sana tek hediyem bu mektubun sana değil de başka birine gitmesi olacak. O yüzden kemanımın ve senin iyi olacağınız konusunda şüpheliyim. Umarım, umarım benim bu iğrenç ruhuma çok üzülmezsin. Donghyuck, Güneş'im sonsuza kadar gülümse ve benim mezarımı ay ışığı ile aydınlat. Meleğim, senin için arkamda tek bir kelime bırakamadım, bunun için üzgünüm. Bu mektubu okuyan biri olur mu bilmiyorum ama son kez özür dilerim.

Ve hayatımın son saniyesinde dahi duymak için yapmayacağım şey olmayan insan Lee Donghyuck, seni seviyorum.

Lee Donghyuck'a, ona hiçbir zaman ulaşamayacak ona
27.08.19

Mektubun, benim elime geçti. Hiç tanımadığım bir sen ve hiç tanımadığın bir ben. Ruhun cidden dediğin kadar iğrenç mi, o çocuk bahsettiğin kadar güzel mi merak ediyorum. Ama sadece merak içinde çürüyeceğim bende.

yarım kalan mektuplar __ lee donghycukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin