two

547 72 28
                                    

“Çok saçma!”

“Saçma olan ne?” dedi Jimin buzdolabından koca bir cam şişe sütü çıkarırken. Bir yandan beyaz masanın üzerindeki radyodan çalan şarkıya eşlik ederken diğer yandan masanın öbür ucundaki ağabeyine kahvaltı hazırlıyordu.

“Bundan iki gün önce bana söyleseler epey güleceğim bir şey yaptım.”

“Hyung, açık konuşur musun?”

Namjoon sessiz kaldı. Avucunda yazan numaraya dalıp gitmekten çok sıkılmıştı. Bileklerindeki dikişler için yaptıkları pansuman kaşınıyordu ve kendini hiç olmadığı kadar kötü hissediyordu.

Küçük olan yaptığı omleti tabağa koyup büyüğünün önüne koydu. Namjoon’un karşısına otururken çiğnerken oluşan gamzelerine dikti gözlerini. Gerçek anlamda gülümserken oluşan çukurları özlemişti. Bu şekilde ortaya çıkınca kusurdan başka bir şey olarak görmüyordu.

“Jungkook’u buraya çağırdım.” Namjoon başını yemekten kaldırmış, sorgulayarak inceliyordu onu şimdi.

“Bakma öyle. Seni ne kadar çok sevdiğini biliyorsun. Merak etti ve iyi olduğundan emin olana kadar da gitmeyecekmiş.”

“Tatilini benim için mahvetmesine izin mi verdin?”

“Hayır, tatilini onu büyütüp yetiştiren adamla geçirmesine izin verdim.”

Namjoon yine sessiz kaldı. İştahı kaçmıştı. Kendi negatifliği yüzünden Jimin’in de sık sık öğün atladığını biliyordu. Zayıflayan bedeni, solgun yüzüyle devamlı öksürüp durması direncinin epey düştüğünü bas bas bağırıyordu. Namjoon tırnaklarındaki vitaminsizlikten oluşan beyaz izleri kolayca ayırt edebiliyordu.

“Biz senden kopamayız, hyung. Çünkü bizi sen bu şekilde yetiştirdin. Evet, aramızda çok fazla yaş farkı olduğu söylenemez ancak senin düşünceli yapın hep bize kol kanat germeni sağladı. Sen...bize böyle öğretmedin, Kim Namjoon.”

Gözleri dolmuştu ancak gülümsüyordu.

“Hatırlıyor musun bilmiyorum. Jungkook lise 1. Sınıf öğrencisiydi. Her gün zorbalık gördüğü iri yarı 3. sınıflar vardı. Sen de sınava hazırlanıyordun o zamanlar. Bilirsin, Jungkook’u teyzesi büyüttü ancak işsiz bir kadın Ve ayyaş kocası ile iyi birer ebeveyn oldukları söylenemezdi. Eh, bizim küçük Kookie’miz de büyüklerini kolay kolay dinlemeyen ergenden başka bir şey değildi.”

Kıkırdadı Jimin. Namjoon başını kaldırmış ilgiyle onu dinliyordu şimdi. Jimin onun gülümsediğini sabit ancak hafifçe belli eden gamzelerinden anlamıştı. İçinde biriken heyecan midesinden göğsüne yükseldi.

“Dayak yediği bir gündü yine. Arka bahçedeki küfürleri ile oraya gittik ikimiz de. Senin müdahalen ile kavgayı ayırdılar. Çelimsiz birine göre çok hırçındı ama seni ilk gördüğü anki yüzünü unutamam.”

Baş Ve işaret parmakları ile göz kapaklarını ayırdı. Minicik gözleri şimdi daha büyük görünüyordu Ve bu komik ifadesi Namjoon’u kısacık da olsa güldürmüştü. Kıkırtısı küçüğünün kulağına bir melodi gibi gelmişti.

“Kocaman açmıştı gözlerini böyle. O dönem seni benim yanımda gördüğünden beri okuldaki başarın yüzünden seninle tanışmak için beni sıkıştırıp dururdu. Sonra utanıp vazgeçerdi. Sana hayrandı, hyung. İnsanlarla iletişimine, ders çalışma sistemine, hedeflerine, geleceğine hayrandı. Hep senin gibi olmak istediğini söylerdi. Tanıştığınızda kuyruğun olmuştu sanki.”

“Hatırlıyorum.”

Jimin kıkırdadı. Unutması imkansızdı zaten. O, Namjoon’un gerçekten gülümseyebildiği ve kendi gibi davrandığı son zamanlardı. Bu her ne kadar buruk bir anı olsa da hep hatırlayıp gülmek iyi geliyordu.

yuanfen || namjinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin