part one; i can't

257 23 4
                                    


Gökyüzünü delip geçiyormuş gibi yağan yağmur, kısa bir yolda bile vücudu kolayca etkisi altına alabiliyordu. Buna bende dahildim. Arabadan inerek birkaç adımlık hastaneye girmeden önce üzerimdeki siyah tişört ve saçlarım ıslanmıştı. Esen sert rüzgar vücuduma sadece ufak bir iki darbe attıktan sonra sıcak ortama girdim. Arada sadece bir kapı sıcak ve soğuğu ayırabiliyordu. Birçok şeyi ayırabildiği gibi...

Normalde biraz da olsa dolu olan hastane şimdi boştu. Yağmurdan kaynaklı olabilirdi. Çünkü bu hava insanları evde kalmaya itiyordu, psikolojik olarak.

Bu boşluktan yararlanarak üçüncü kata çıkmak için merdivenlere yöneldim. Asansörü kullanmayı pek tercih etmiyordum. Çocukken yaşadıklarım yüzündendi.

"Lütfen baba, üzgünüm. Bunu bilerek yapmadım. Lütfen affet, baba"

"Sana söylemiştim, Taeyong. Bunu yapmamanı söylemiştim. Bu yaptığım bile senin için oldukça az. O yüzden şimdi bu dolaba seni zorla koymadan önce gir."

Asansör kullanmasam bile kapalı alanlarda çocukluk anılarımın canlanmasına engel olamıyordum. Yıllardır bununla birlikte yaşıyordum. Belki de psikolojik bir tedaviyle atlatabilirdim ama dışarıdan cesaretli gözükmemin sebebi içgüdüseldi. Keşke gerçekten güçlü olabilseydim, cesaretli olabilseydim ya da bir mutluluk kaynağım olsaydı.

Bunları düşünmemeye çalıştım. Şimdilik sadece o odaya girdiğimde neler olabileceğini düşünecektim. Kendimi iyi veya kötü sonuçlara hazırlamam gerekiyordu. Hazırlıklı olmak çoğu zaman doğru oluyordu.

Son merdivenleri çıktıktan sonra sonunda kapının önüne ulaşmıştım. Klasik kahverengi kapıya yaklaşarak iki kez tıkladım. Saniyeler içinde açıldığına dair bir ses geldiğinde yavaşça araladım kapıyı ve içeriye doğru adım attım. Görmeye alıştığım görüntüde bir değişiklik yoktu. Yüzünde hep aynı ifade bulunan görevli yine bilgisayarı ile ilgileniyordu. Doktorun yanına ne zaman girebileceğimi sormak için ona doğru yürüyecekken bir ses kulaklarıma ulaştı.

"Lütfen kapıyı kapatın, Bay Lee." Birkaç adım kapıya doğru atarak kapatmaya çalıştım ama bana engel olan bir el gördüğümde geriye çekildim. Kahverengi saçlı biri görüş alanıma girerek gülümsemişti. Ardından fısıltılı bir sesle 'teşekkürler' diyerek görevliye doğru ilerlemeye başladı. Bende kapıyı kapatarak arkasından gittim. Daha yanlarına ulaşamadan bir şeyler sormuş ve çoktan bir numaralı odaya ilerlemeye başlamıştı. Ona bakmayı es geçerek görevliye döndüm.

"3 numaralı oda bay Lee, doktor içeride sizi bekliyor." Bu adam neden bu kadar soğuktu ki. Hemde sadece bilgisayara bakarken bir şeyleri nasıl anlayabiliyordu? Sinirlerimi bozmakta oldukça iyiydi. Bu ufak konuyu kafama takmadan söylediği odaya yürümeye başladım. İçimde biriken stres artarken kendimi sakinleştirmek zorlaşıyordu.

Yavaşça kapıyı araladığımda elli yaşlarında ki doktor rahat görünen siyah koltuğunda oturuyordu. Yüzünde dışarıdaki görevlinin aksine güzel bir ifade vardı. İnsanın içini ısıtan türdendi ve bir doktorda olması gerektiği gibi. Ama bu genel olarak böyleydi. Bugün çok farklıydı. Yüzünde üzüntüyü saklamaya çalıştığı bir ifade vardı. Kötü bir hisle oturdum masasının önündeki deri koltuğa.

Gözlerindeki ifade ona bakmama engeldi. Evet, korkuyordum. İlk defa kendimi birazda olsun anlatmıştım ve testler yapılmıştı. Duyacağım kelimelerin iyi olmayacağı belliydi ifadeler her şeyi ortaya koyuyordu.

"Lee Taeyong, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama tedavilere başlamalıyız." Daha neler olduğunu söylemeden direkt olarak tedavi olmam gerektiği söylemişti. Cidden o kadar kötü bir durumda mıydım?

I can't stand the rain anymore; jaeyongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin