Bu İlk Yaralanışımız Değil Yaşadıkça

835 72 71
                                    

Dakikalardır ısrarla çalan kapı yüzünden kulağı kapıda, gözleri defalarca gezindirdiği satırların üzerindeydi. Her ne kadar umursamadığını kanıtlamak ister gibi başını okuduğu kitaptan kaldırmasa da algılayamıyordu işte. Bir şekilde düşünceleri zihninden içeri sızıp, kapıdaki utanmaz adamı hatırlatıyordu.

"Hadi ama benim inatçı Girasole'üm, yemeğin soğuyacak, aç artık şu kapıyı."

Kapının ardından kaçıncı defa duyduğunu unuttuğu o ses yeniden kulaklarına ulaşınca, göz devirdi sinirle. "Baş belası İtalyan çakması." diye mırıldandı hırsını alamayıp elindeki kitabı kapatırken. Kaçık komşusu Oh Sehun'du gelen, son altı ayda her akşam olduğu gibi...

"Peki. Öyleyse buraya bırakıyorum, yedikten sonra fikirlerini sabırsızlıkla bekliyor olacağım tatlım."

Küçük masanın üzerindeki boş kahve fincanının yanına elindeki kapalı kitabı bırakıp, evin giriş kapısının önüne geldi. Dışarıdaki sessizlik sonunda gittiğinin habercisiydi, zaman kaybetmeden kapıyı açarak kapının önündeki tabağı aldı. Karşı dairedeki beyaz tenli gencin, zafer dolu bir gülümsemeyle kendisini izlediğinden habersizdi. Gözleri sinirle etrafta gezindikten sonra hırsla soluyarak kapıyı kapattı. Her akşam nasıl oluyordu da yılmadan soluğu kapısında alıyordu, üstelik kendisinden kaçtığının farkındayken?

Mutfak masasının en uç köşesine bıraktı elindeki tabağı sabah evden çıkarken çöpe dökmeyi unutmamak için. Ona kalsa almadan geri çevirirdi, ama karşı komşusu Bay Oh laftan anlamayan biriydi. Her akşam ısrarla ona özel yemeklerinden yaptığını söyleyerek kapısına dayanıyor, kapı açılana kadar bekliyordu. Apartmana taşındığı ikinci haftadan beri her akşam aynı sahne tekrarlanıyordu, ta ki o bu durumdan sıkılana dek. Bir süre sonra kibarca geri çevirmelerinin hiçbir işe yaramadığını fark edip kapıyı açmamaya başlamıştı. Kendisinden kaçtığını belli etmesi dahi olumlu sonuç vermemiş, kapıyı açmayınca eşiğe bırakıp gidiyordu.

Oysa tek isteği tüm gün yayın evinde yorulduktan sonra, eve gelip karanlığın kollarına atmaktı bedenini. Kahve eşliğinde tüm sesleri yok edip kitabını okumak istiyordu sadece. Tanrı bir kez daha isteğini duymak yerine, tam tersi peşinde dolanıp duran kaçığı göndermişti başına.

Adımlarını az önce kalktığı koltuğuna yöneltip, ciğerlerinden kopan derin nefesle birlikte kuruldu yerine yeniden. Bezgin bakışlarla odayı taradığında, yığılır gibi arkasına yaslanıp kısık ışığın aydınlattığı tavanı izledi. Gözlerini yumup, sesten arınmış evinin kendine has huzuruna bıraktı düşüncelerini. Fotoğraflarla süslenmiş duvarın tam ortasında asılı duran büyükbabasından kalma koca saatin tik taklarını saymaya başladı.

"Tik... Tak..."

Kollarını altındaki koltuğun kenarlarından sarkıtıp, karanlık tavanı izlemeye koyuldu. Küçükken, yani bir zamanlar mutlu bir çocukken, yatağının üzerindeki tavana Ay süslerinden yapıştırmak isterdi hep. Ay ışığının solgun rengini büyükbabasının ağarmaya başlayan saçlarına benzetirdi annesiyle uyumadan önce yaptığı neşeli sohbetlerde. Bu yüzden yaşlı adama duyduğu sevgi, Ay'ı ilgiyle izlemesine sebep oluyordu her defasında, daha küçük bir çocukken bile.

"Tik... Tak..."

Yaslandığı yerden kalkıp, oturur vaziyete geçtikten sonra gözlerini karanlıktan çekip aldı. Artık her ikisi de ulaşamayacağı kadar yaşlı ve uzaktı esmer tenli gence.

"Tik... Tak..."

Tam karşısında kalan duvardaki kitaplığın rafları arasında fark edilmeyi bekleyen gramofona çarptı sıkıntılı bakışları. Bu akşam her ayrıntısıyla mutlu Jongin'i hatırlatmaya çalışıyordu Tanrı, ama farkında olmadığı bir şey vardı. Hatırlamak tek başına yetmiyordu ki, çocukluğuna ait tüm o kareler; renklerden ve hislerden yoksundu.

Bu İlk Yaralanışımız Değil YaşadıkçaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin