"tell me it's love, tell me it's real"

26 3 4
                                    


Cigarettes after sex-Heavenly

* * *

     İnsanlar büyürken etrafta gördüğü, duyduğu, şahit olduğu birçok şeyden etkilenirler. Kişiliğimiz ise o kadar şekil alabilir bir haldedir ki bu olayları kendine özellik belirler ve o özelliğin şeklini alırlar. Bu bana kalırsa hayatın bir oyunuydu. Kişiyi kendi olmaktan uzaklaştırmak için çok da zekice bir hileydi aslında. Ben ise büyürken etkilendiğim hiçbir olayın beni kendimden uzaklaştırmamasını sağlamıştım. Elbette hatalar yapmış, üzülmüş ve üzmüştüm. Lakin her seferinde bu hatalarımı düzeltmiş, üzdüklerimin kalbini kazanmış ve affedilmiştim. Ne olursa olsun, ne görürsem, ne duyarsam duyayım beni kendim olmaktan alıkoyan hiçbir şey olmamıştı.

'Seni sürekli başka biri yapmaya çalışan bir dünyada kendin olmak, işte en büyük başarı.' demişti Ralph Waldo Emerson. Bunu okuduğum zaman kendimi dünyanın en başarılı insanı saymış ve elimden yitirmemek için bütün varlığımla savaşmıştım. Bu benim için önemliydi, çok önemliydi. Çünkü hayatımda çok fazla başarım yoktu. Başladığım her işi elime yüzüme bulaştırırdım. Ama beni değiştirmeye çalışan hayata karşı kendim olmak sonuna kadar becerdiğim tek şeydi. O'nunla tanışana kadar.

Onu bana karşı bileyen şey bendim. Onu üzmüştüm, ezmiştim, dışlamıştım. Hatalıydım ve benliğim özür dilememi söylüyordu. Sanki dilemezsem kendim olmaktan uzaklaşacak ve hayatımdaki en büyük başarımı da yitirecektim. Ama o öyle delirtici, öyle sinir bozucuydu ki elimden bu savaşa daha fazla kan bulaştırmak istemekten başka bir şey gelmiyordu.

Kasabamızda onu gördüğümden bu yana geçen birinci haftanın sonundaydık. Aramızda henüz alevlendirdiğimiz bu savaşa katkı sağlayacak herhangi bir şey yaşanmamıştı. Aynı sınıftaydık. Beni görmezden geliyordu, onu görmezden geliyordum. Yine de sinir bozucuydu. Çünkü okulda ilgilendiğimiz, bizimle ilgilenen herkesi tek tek ele geçirmişti. Bütün sınıf, hatta bütün okul ona hayran kalmıştı. Öyle ki her teneffüs sırasının üstü çikolatalarla, kokulu mektuplarla doluyordu. Onu kıskanıyordum. Tıpkı küçükken olduğu gibi. Sahip olduklarını, sahip olmak için hiçbir şey yapmak zorunda kalmayışını kıskanıyordum ve bu içimde ona eziyet etme isteği olan Jeongguk'u susatıyordu.

Bir yere kadar bu katlanılırdı. Seokjin her ne kadar ilgilendiği tüm kızların ilgisinin ona kaymasına sinir olsa da, Hoseok her ne kadar sevgilisiyle güzel bir gece geçiren ve ayrılmalarına sebep olan bu çocuğu pataklamak istese de, Namjoon her ne kadar çantası boş halde gelmesine rağmen bütün soruları kolayca cevaplayan Kim Taehyung'u tokatlamak istese de bu bir yere kadar katlanılabilirdi işte.

Ben de benliğimden uzaklaşmamı görmezden geliyor, en büyük başarımı ondaki yenilgime boyuyordum.

Kafamı yıldızlı gökyüzüne doğru kaldırıp kısa bir an gözlerimi yumdum. Oturduğumuz kayalıklara ara sıra dalgalar çarpıyor, paçalarımıza da sıçrıyordu. Kulağımıza ulaşan en belirgin ses denizin sesi olsa da; sahildeki satıcıların sesi, havanın henüz çok soğumamasından yararlanarak dışarı çıkıp dolaşan insanların sesleri de bize ulaşıyordu.

Elimdeki bir yudum bile almadığım bira şişesini hafifçe salladığımda içinden birkaç damla taşmış ve elime dökülmüştü.

"Ötecek misin artık fare surat? Diktin yine bizi buraya," Solumda oturan ve elindeki çilekli sütünü yudumlayan Seokjin'e karşı gözlerimi devirerek dudaklarımı büzdüm. "Nefret ediyorum senden."

Alışılmışlıkla ona dil çıkarıp önüme döndüm.Bir süre daha sustuğumda bana müsaade ettiler.

"Yanlış yapıyor gibi hissediyorum." Sesim eminsiz ve titrek bir biçimde çıktığında kaşlarımı çattım. Rüzgar hafifçe eserek varlığını belli ederken saçlarım uçuşmuş burnumun ucunun azıcık kızardığını hissetmiştim. Gözlerim de rüzgar sebebiyle nemliydi.

lahza//taeggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin