üzerinde güneş batmayan ülke

29 5 0
                                    

yazar notu: merhaba, öncelikle bu kitabı yazacak tarih bilgisine asla sahip değilim sanırım :d. Sadece genel hatlarıyla 15. ve 16.yy Britanya'sı hakkında bilgim var bu yüzden kitap baya bir ütopya gibi olacak. Hiçbir şekilde tarih akışına ve hiçbir coğrafi kurala uyulmayacak o yüzden tarih ve coğrafya alanında iyi olan herkesten özür diliyorum okurken kanser olmazsınız inşallah<333

_

Louis Tomlinson, açık kahve renkli eskimeye yüz tutmuş odasının duvarlarını kısık gözleri ile izliyordu. Başını kaz tüyü yastığına yaslayıp hemen yatağının yanındaki cama yöneltti bakışlarını. Güneş, tam ufuk çizgisi ile Virgina eyaletinin geniş ovaları arasında kendini göstermeye başlamıştı.

Louis, hizmetlilerin odasına çok geçmeden gireceğini biliyordu. Bedenini yataktan kaldırmayı başarıp ayağa kalktı, aynı saniyelerde Amalda ve Bertina ellerinde ki gümüş tepsi ve toplu iğnelerle odaya girdiler. "Günaydın, efendim."

Amalda ve Bertina Louis'in özel hizmetlileriydi ve sarayda onun için çalışıyorlardı. Birkaç koridor ötede birlikte kaldıkları bir odaları vardı.

Louis sekiz yaşına girdiği günden beri onun için çalışıyorlardı, yani sarayın diğer soylu kesimi dışında ona reverans yapmayan tek kişilerdi. Çünkü hadi ama her sabah kapıda durup dizleri üstüne eğilmelerine falan gerek yoktu.

Ama babası öğrenirse iyi şeyler olmazdı, bunu biliyordu. Mark Tomlinson her şey olabilirdi, bir imparatorluğa sahip olabilirdi. Kuzey Britanya'nın en üst mertebede ki soylusu olabilirdi ama asla, asla bir baba olamazdı. Bunu Louis bunu birinci elden yaşamıştı zaten.

Louis, Amalda ve Bertina'yı sarayın içindeki her hangi bir soyludan daha çok sevdiğini düşünüyordu. Çünkü onları kendine yakın hissediyordu, sanki onlar Louis'i gerçekten seviyordu?

Louis gülümsemeye çalıştı ama tek yaptığı yüzünü buruşturuyormuş gibi görünmekti.

"Uyuyamadınız mı?" Louis sadece başını sallayıp ona uzatılan cam bardağı ve küçük hapları aldı. Hepsini aynı anda ağzına attıktan sonra suyu da tek seferde içti. "Efendim, sanırım tek tek içmeniz daha sağlıklı olacaktır." Amalda telaşla bardağı alırken Bertina dolaba yönelmişti.

Amalda ve Bertina Alman kökenlilerdi. Koca Britanya'nın sadece yüzde onluk kısmı bile Alman nüfuzlu değildi ama onun için çalışan iki kişi de Almandı. Evet, Louis geçen hafta tüm kolonilerin katıldığı geçit törenine katılmamak icin kendini kütüphaneye kapatmış, ve sıkıntıdan tüm kitapları kurcalamıştı.

"Bu gün diğer dört kolonilerin Dük ve Düşesleri sarayımıza teşrif edecekler, babanız Grandük olarak onları özenle ağırlamanızı istediğini belirtti." Onu için günler öncesinden seçilmiş kıyafetleri özenle yatağa yerleştirdi. Louis iç çekip ihtiyatla çayına uzandı.

Kokusu hissetmek bile baş ağrısını giderirken boğazını temizledi. "Hepsi Düşesleri ile mi katılacak?"

Amalda toplu iğneleri kumaşa bir batırıp bir çıkarırken cevap verdi. "Sanırım Güney Karolina ve New Jersey Düklerinin henüz Düşesleri yok. Babanız-"

"Babam benim bir Düşesle onları karşılamı isterdi biliyorum." Dedi gümüş tepsiden kendini izlerken. Saçlarım alnına dağılmış, gözler her zamankinden daha gibi yorgun bakıyordu.

"Ama siz çok güzel bir oğlansınız, ve yaşınız da geldi. On sekiz oldunuz, sarayda sizin yaşınızda çok genç ve güzel kadın var. Sizin için nasıl can atıyorlar bir bilseniz!" Louis odasının camını açan Bertina'yı izlerken dudaklarını büzdü. "Ama Amalda beni tek istediğim şey sevmek, sevmeden nasıl evlenirim?"

Amalda iç çekip güldü. "Sevilmek istemez misiniz?" Omuzlarını kaldırıp indirdi, bakışlarını Amaldaya çevirince o da kıyafet ile ilgilenmeyi bırakıp Louis'ye baktı.

"Amalda, keşke sen benimle evlenebilseydin. Çünkü sen çok bilgili,  zarif ve iyi huylu birisin. Ayrıca ben seni sarayda ki herhangi bir kadından daha çok seviyorum." Louis mavi gözleri Amalda'nın üstündeyken konuştu.

Amalda gülümseyip karşısındaki genç oğlanın omzuna elini koydu, Louis soylu olmanın da ötesinden gerçekten iyi kalpli bir insandı. Ona çalışmaktan hiçbir zaman gocunmamıştı. "Ah efendim, ben halktan biriyim. Sizden de neredeyse on yaş büyüğüm yaşlandım sayılır."

"Ama Amalda, sen bana sevgi beslemiyor musun? On iki yaşıma kadar hep beni sevdiğinden bahsederdin." Louis kafası karışmış bir şekilde Amaldaya bakıyordu, aşk bu değil miydi?

"Benim size duyduğum sevgi ve saygı, bir Dük'ün Düşesine duyacağı sevgiden çok daha farklı. Siz benim oğlum gibisiniz ve ben size her zaman anne şefkati ile yaklaşıyorum. Emin olun, bir gün aşık olursanız bunu anlarsınız. Çünkü bu benim size, yada sizin bana duyduğunuz sevgiye hiç benzemez." Louis gözlerini kırpıştırken aniden ayağa kalktı, onun duygu geçişlerine alışık olan Amalda ve Bertina sadece bakmakla yetindi.

Louis kollarını iki yana açıp derin bir nefes çekti. "Bende aşık olacağım yani Amalda öyle mi?" Ellerini yatağa boylu boyuna serilmiş kırmızı kumaş götürüp omzunun etrafına sardı. Odada ki geniş aynadan kendine yaptığı pelerine bakıp heycanla Bertina'nın ellerinden tuttu.

"Yani bende Napolyon'un Josephine sırılsıklam aşık olduğu gibi birine mi aşık olacağım?" Bertina'nın kolunu kaldırıp kendisini döndürmesini sağladı. Bertina oğlanın kendisi ile dans etmeye çalışıp pelerin yüzünden başarısız oluşuna sadece gülümsemekle yetindi.

"Ah sevgili Bertina, yoksa benim aşkım da Paris gibi trajik mi olacak? Zavallı küçük Helen'ı kaçırıp uğruna başlattığı Truva savaşı gibi bende uğruna her şeyi karşıma mı alacağım?"

Louis küçük tiyatro oyununa devam ederken ellerini iki yana açıp kendini dramatik bir şekilde yatağına bıraktı.

Amalda ve Bertina onun bu küçük şovuna gülerken, geç kaldıklarını Baron'un sarayda yankılanan sesi ile anlamışalardı.

_

"Sevgili Louis, soframıza sonunda teşrif edebilmen çok zarif bir davranış." Onu ilk farkeden Baron oldu. Zaten gözleri Louis'in üstünden hiç ayrılmaz, en ufak hatasını, yanlışını yakalamak için sürekli beklerdi. Eh, Louis de sarayda soylu olmaktan en uzak kişi olabilirdi ama rütbe de ne olursa olsun Kraldan sonra en saygın kişilerden biriydi.

Sofraya oturmadan başını hafifçe eğip herkesi selamladı bakışlarını en başta oturan babasının üstüne çevirdi. "Beni mağrur görün, sabah hazırlanmakta geç kaldım." Sandalyesi kendi için çekilirken hizmetliye hafifçe gülümseyip her zaman oturduğu sol köşedeki yerini aldı.

"Hizmetlilerin görevinde yetersiz mi yoksa?" Louis korkuyla başını iki yana salladı, şu sarayda sevdiği iki insanı kaybetmek istemezdi. "Hayır efendim, evvelâ bir başağrısı. İnsanı uykusundan ediyor işte." Louis babası ile konuşurken kendini tedirgin hissederdi, yutkunup tabağına odaklanmaya çalıştı.

O sırada hemen karışısındaki Baronun onunla yaşıt kızı lafa atladı. "Şimdi iyi misiniz, bir şeyiniz yok ya?"  Genç kadının bakışları Louis'in üstünden dolaşırken Louis sadece başını sallamakla yetindi.

Sarayda Camelia'nın Louis'ye olan ilgisinin bilmeyen yoktu. Çok güzel bir kadındı, Baronun kızı ve Louis'yle yaşıttı. Muhtemelen Kral dahil herkesin Louis'e uygun gördüğü kişiydi. "Menenjit? Yoksa sadece başağrısı mı? Sarayın doktoruna bir baktıralım."

Camelia ısrarla konuşmaya çabalarken Louis'nin ilgisini bir türlü üstünde toplayamadığını farkedip iç çekti. Louis kızın üzüldüğünü farkedince kalbini kırdığını düşünüp korkmuştu. "Sadece zihin yorgunluğu. Biraz çay ve uykunun çözemeyeceği bir şey değil." Dedi kibar bir sesle.

Bir kaç dakikalık sessizliğin ardından kralın gümüş çatalını masaya bırakma sesi geldi, bu da herkesin ona bakmasına sebep oldu. Bakışlarını oğlunun üstüne çevirip konuştu. "Bu gün saraya dört Dük teşrif edecek. Kolonilerin de isteği üzerine onları bir süre burada ağırlayacağız, bir kaç saat içinde varmış olurlar. Onları en güzel şekilde ağırlayacağız."

don't let the sun go down Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin