"Avuçlarına hapsettiğin hayatım, senin aynandan bana pencere açmış vaziyette. Penceremden baktığım gökyüzü yine her haliyle kıvırcık bir fırtına."23.02.2020
Ben bir isim duydum. Duydukça nefret ettim. Nefret ettikçe tanıdım. Tanıdıkça hayran oldum, aşık oldum. Ben bir kalp sevdim, zor bir kalp. Sırlar içerisinde hapsolmuş, sırlarıyla kendini dağıtan birini sevdim. O dağıttıkça saçlarını, ben dağıldım onun yanında. O kaçtıkça, ben yakaladım onu. Çocuk gibi; ebe olan ben, kaçan o. Yakalamacadan sıkıldıkça saklambaç oynadı. Gizlendiği her yerden buldum. Her seferinde çıkardım onu gizlendiği yerlerden. Ama bu kez, işte bu kez çok iyi saklanmış. Saklanmakla kalmamış o, ona çevirmiş kalbimin en ücra noktasını bile. Yuva bellemiş besbelli, bir türlü ayrılmıyor oradan. Kendi alevleriyle yakıp kavurmuş orayı, haberi yok. Pusulam olmuş, haberi yok. Ve hatta... Hatta beni, kendisi yapmış. Benim bile haberim yok.
Ben seni sevdim. Sevdikçe yandım, yandıkça kül oldum. Ve o küller senin mevsiminde uçuşuyorlardı gökyüzünde. Ne ben sahip çıkabilmiştim küllerime ne de sen uçmasınlar diye dindirmemiştin fırtınanı. Bir fırtına sevdim. Bedeli elbet ağır; bir müebbet yedim. Kıvırcık bir fırtınaya, müebbet yedim. Kaybettim benliğimi. Gururumu serdim önüne. Kıvırcık bir fırtına... Alev alıyor sanki yüreğim. Cayır cayır yanıyor içim. Yaram oldu o fırtına. Ne yazık merhemimi onda bırakıp gittim, kendi ellerimle duvarlar örerek gittim. Yoluma ben değil de sen engeller koysaydın -gitmeyeyim diye-, bir damla su serpiştieseydin, belki yine kül olurdum senin için. Yine kaçsan ebe olurdum senin için. Yine saklansam bulurdum seni en gizli yerlerden, tekrar görebilmek için. Artık ıhlamurun çiçek açması gibiydi senin bana duyabileceğin sevgi; imkansızdı. Ama kim bilir, belki de her seferinde sana yenik düşen yaralarla dolu minik kalbime bir ıhlamur fidanı dikersin ringten fırlama ellerinle. Kim bilir, yüreğimin en büyük yarasına merhem olup ilk ve son kez açar ıhlamur da bir çiçek.
Ahh kıvırcık fırtına... Zorsun, çok zorsun. Yakışıklısın. Kızları hayran bırakırsın kendine. Ama pek umursamazsın bile. Seni tanımayanlar için duyguları söküp alınmış bir et yığınından başka bir şey değilsin. Yürüyen, hissiz bir et yığını... Öyle misin sahiden? Kim bilir, belki de yalnızca paslanmıştı hislerin. Birçok noktaya donuk bakan kahvenin en acı tonunu ilmek ilmek ruhuma işleyen kahverengi gözlerindeki parıltıyı yalnızca göstermek istediğine gösterir, yalnızca onların karanlığına ışık tutarsın. O parıltıyı görme şansım olmuştu birkaç kez, belki yakın gelecekte birkaç kez daha. Sevmezsin herkesi. Sever miydin beni, bilmem ama yanyanayken gördüm güldüğünü. Gülüşünde ortaya serdiğin minik çocuğu o zaman gördüm. Gülüşündeki içtenlik içimi kasıp kavurup cayır cayır yaktı. Bir nebze dahi acıtmadan. Gülüşün atlı karıncanınki kadar hoş bir ezgiydi ve bir o kadar da özel. Cesaret edip dokunamazdım saçlarına ya da gözlerine. Bilirdim, eğer gözlerim dokunursa gözlerine binlerce kez ölecektim. Bilirdim eğer dokunursa saçlarına ellerim hissetmeyecektim sonsuza dek. Siyah kıvırcık saçların... Karanlığa hapsedilmiş gibiydi. Ölümdün sen, sonsuzluğu ruhuma ilmek ilmek işlerdin. Bembeyaz tenini süsleyen kahverengi noktaların vardı, ayrı bir güzellik katan. Kaybolmuş hayatım, avuçlarında. Avuçlarına hapsettiğin hayatım, senin aynandan bana pencere açmış vaziyette. Penceremden baktığım gökyüzü yine her haliyle kıvırcık bir fırtına. Bense penceremin önünde duran minik bir kuş.
Ve şimdi... Şimdiyse kabuk bağlamış yaramın sebebi fırtına; alevleriyle, daha da coşturduğu alevleriyle yarama merhem, hayatıma afet olarak geldi. Yokluğunda yaşadığım baharın kalıntılarını esip yok etti. Soğumuş ruhuma alevini bahşetti. Kıvırcık saçlarına asılmış karmaşık düşünceleri benimkilere bağladı. Şimdi o bir fırtına, bense fırtınaya ayak uydurmaya çalışan yaralı bir kuşum. O hızla ilerlerken kasıp kavururken esip gürlerken cılız sesiyle haykıran bir kuşum. O yakıp yıkarken ona karşı kendimi savunmaya çalışan güçsüz bir kuşum. O kudretli bir fırtınayken ben henüz büyümemiş bir kuşum. O böylesine büyük bir fırtınayken ben hâlâ bir atlı karıncayı arzulayan, fırtınaya hapsolmuş yaralı bir kuşum. Ve hatta söndürdüğü baharında yalandan açtırdığı ıhlamura sımsıkı bağlanmış, fırtınanın yaralı kuşuyum. Ben hep fırtınanın kuşu sanmışken kendimi oysa ki ben yalnızca yaralı bir kuşmuşum.
23.02.2020
Kanatlarına gaddar zincirlerin hükmettiği, satırlarda gizlenen bir kız;
Ahsen
En az beyninin içinde oradan oraya koşuşturan soruları kadar karmaşık vaziyette olan bir adam;
Gece
"Gök, simsiyah bulutların altına doğru gri dumanlarla felaket manzarası oluşturuyor, her yeri ebedi karanlık süslüyorken şiddetli bir gümbürtüyle sallanıyor yer. Tenine dokunmasını istediği tek esintinin soğuk uğultusuydu bu fırtına. Küçük bedenine savaş açarmışçasına gürleyen fırtına aşık olan yaralı kuşun masalına hoşgeldiniz."
23.02.2020
"Fırtıbabıb alevlerinde gizlenmiş külleri bulduğunda, kanatlarındaji gaddar zincilerden arınıp karanlık pamaklıklardan kurtulu avuçlarındaki gökyüzüne kanat çırpabilecek yaralı kuş."
23.02.2020
"Masalın, takviminden koparıldığı gün; yirmi üç sıfır iki iki bin yirmi."Esmanur ANAR
Ahsen: Çok güzel, en güzel.
Gece: Günün batımından gün doğumuna kadar geçen karanlık zaman.
Hemsaye: Aynı gölgeyi paylaşan.
Güzeşte: Zaman bakımından geçmiş, geride kalan.
Hemsayemiz Güzeşte: Aynı gölgeyi paylaşan biz artık geride kaldık.KEYİFLİ OKUMALAR