Onca geçen zamanın ardından yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şeyler var elbette. Bu telaş aksiyonu ne zaman yitirdi sansam sanki yeni bir sezona başlıyor, yeni yeni olaylara gebe bir hayatla yüz yüze geliyor, olmaz dediğim ne varsa bir bir deneyimliyorum. Hayat bu ya işte öyle kesin yargılara varmayacaksın. Neye karşı çıksan neye ihtimal vermesen oradan çıkar karşına. Bu da hayatın küçük tatlı oyunlarından biridir elbette. Sen ne kadar hayret edersen hayat o kadar büyük bir gülümsemeyle seni seyreder, adeta alay eder. İşte bu yüzden hayatı yaşarken olmaz demeyeceksin. Biliyor musun ben imkansıza oldum olası inanmazdım. Bir şeyi elde etmek için yeterince çabalarsak olur derdim. Sanki başkalarının bilmediği ya da görmezden geldiği bana bildirilmiş bir sır gibi oldum olası bu şekilde yaşadım. Bunun benim için bir inanış olduğunun farkında bile değildim. Bu benim için gerçeklikti çünkü bilmiyordum başkalarına göre ne olup bittiğini. Bendeki hislerin tümü başkalarında da var sanırdım. Herkes benim gibi hislerinin içinde savrulur durur, esip gürler bilirdim. Susan zar zor sabreder öfkesini bir şekilde içine atar sanırdım. Hem onların içinde de aynı duygular olmalı, nasıl olmayabilir, bu durum karşısında nasıl tepkisiz kalınabilir derdim hem de bir yandan farklı olduğumu hissederdim. Oysa zamanla anladım ki kimilerinin içinde ne o fırtınalar kopuyordu ne de benim kadar gerçekleri haykırmak hevesindeydiler. Sabır değildi bu mutlak bir sakinlikti. Gerçekten sinirlenmiyor, aldırmıyor, umursamıyorlardı. Ben nasıl sinirlenmezdim? Bir gün susacağımı hayal dahi etmemiştim. Duygular yok olmazlar sadece dönüşür ya da pusuda beklerler. Bende de nitekim öyle oldu. Ne kavgam bitti ne de öfkem. Erteledim sanırım, ya da yoruldum ve içime attım. Bir bilsem... Ben tepki vermeyi bırakınca olur olmaz yerlerden yine çıktı sinirim. İç onca fokurdamayla içte kalır mı hiç? Devirdaim olmadan yaşanılır mı duygularla? Duygularımızı benimseyip doğru şeylere, asıl var oluş amaçlarına yönlendirmeliyiz. Yok olmayacaklar. Kendi dengelerimizi alt üst etmek pahasına kendimizle savaşmak yerine barış ilan etmeliymişiz her birimiz. Ancak öyle arada kalıp paralanmazmışız. Şimdi suskun diyorlar bana. Kelimelerin kifayetsiz kaldığını benimsediğim vakit kırılmış mıyım bu dünyaya kendime dahi belli etmeden? Bir daha öyle herkesle konuşmaz olmuştum. Sesimi duyurmak arzusu eskisi kadar ilgi çekici gelmiyordu artık. Hevesim öylesine kırılmıştı ki imkansıza inanmayan ve asla pes etmeyen ben, şimdi bir şeyleri uğraşmaya değer dahi bulmuyordum artık. Çabaladıkça daha da dibe batıyor, bir kaostan ötekine sürükleniyordum. Dünya dengelerini hepsi beni birer birer hayal kırıklığına uğratıyordu. Adalet neredeydi? Ya da adalet neydi? Ne o zaafım olan hak önemliydi burada ne de ne kadar hevesli olduğumuz. Gerçi hevesim de heyecanım da yoktu artık. Kendimi yaşlanmış hissediyordum erkenden. Eskiden de insanların gerçekten ne kadar farklı olduğunu farkettiğimden beri farklı hallere bürünür kendimi anlamayı denerdim. Duygu geçişlerimden şikayet eder bir sorun olduğunu düşünürdüm. Öyle çok şeyi sorun ederdim ki kendime kendimi bulamazdım. Hep kendimi aradığımı söyler onca duygu bana aitse ben hangi duygunun insanıyım der dururdum. Şimdi her şey ilahi bir bakış açısından çok daha net. Ben tüm duygulara adım, tüm duygular da bana. Bunca his beni ben yapan. Bu öfke beni doğru kılan. Öyle kindar bir öfke değil çünkü bu. Haksızlığı görünce gözü dönen susamayan öfke bu. Oysa ben yıllarca bu öfkeyi bir kusur bilmiştim. Bir o kadar da merhameti barındırdığımı düşünmeden. Bu öfkeyi törpülemeyi denedim. Belki de denemeseydim hiç susmayacaktım. Tüm insanlığın acısını omuzlarımda hissettiğimde de normal olmadığını düşündüm bilmeden böyle olduğum için güzel olduğumu. Yerli yersiz ne yapıyorsam dizginlenebilirdi ama duygularım ilelebet var olacaktı. Dengesini kurduğum sürece benim olacaklardı işte.