1. -Umarım şimdi de huzurlusundur-

94 12 11
                                    

Hyung bugün seni kaybedişimin 10.ayı. Biliyorsun, sen gittikten sonra 1 ay kendime gelemedim, sonra Namjoon hyung bana bu defteri hediye etti, eğer buraya içimi dökmezsem kafamı sıyırırmışım -ki zaten sıyırdığımı söylüyorlar- acaba kendisi çok sevdiği Jin hyungu kaybetse dayanabilir miydi...?
Ben sen gittiğinden beri bir kez bile gülemedim ki. Gülümsememin en önemli sebebi olan sen olmadan, ben nasıl gülümseyebilirdim? Onlar beni anlamıyorlar, ben hala kokunun gitmediği kıyafetleri koklarken, o gül bahçelerini bile kıskandıran kokunu içime çekerken sanki ayrı bir dünyaya gidiyorum sevgilim. Ben seni çok ama çok özledim, çok kez yanına gelmeye çalıştım. Bizimkiler bana kızıyor, eğer senin yanına gelirsem bana ne kadar üzüleceğinden bahsediyorlar.
Senin üzülmen benim en son isteyeceğim şey ama nolursun tekrar o güzel yüzünü göreyim, tekrar o pamuk tenine dokunayım, soluksuzca öpeyim seni. Her gece uyumadan önce Tanrı'ya rüyamda seni görmek için dua ediyorum. Seni çok seviyor ve özlüyorum...

Defterimi ıslatan göz yaşlarıma baktım. Düşüncelerimden kurtulamadığım için sandalyemi itekleyip, çığlığı bastım.

Sanki böyle yapınca içimdeki kırgınlık ve hasret gidecekmiş gibi.

Odamın kapısı açıldı ve içeri Jin hyung girdi. Hızlıca yanıma geldi. Bir elini belime koydu, diğer eliyle ise sırtımı sıvazladı.

"Jiminie psikolojik tedavine ve ilaçlarına devam etmelisin... Bu böyle olmaz"

"İstemiyorum huyung! Hiçbir şey istemiyorum, anlıyor musun?!"

"Jimin ama-"

Daha da titrek çıkan sesimle zorladım kendimi konuşmaya " H-hyung lütfen..." dedim.

Daha fazla yetmemişti konuşmaya gücüm. Jin hyung omuzumdan tuttu ve beni ayağa kaldırdı.

"Hadi Jimin bir şeyler ye, kaç gündür doğru düzgün yemek yemedin"

Canım bir şey yemek istemiyordu ama Jin hyungu yeterince üzdüğümün farkındaydım. Bu yüzden onayladım ve mutfağa indik. Mutfağa adımı atar atmaz, tüm gözler benim üstümde toplandı ve yüzlerinde bir tebessüm belirdi.

Hoseok hyung yemek dolu tabağını oturduğum sandalyenin hizasına doğru iteledi.

"Jiminie'miz bizle yemek yemeye gelmiş, Tanrı'm baksanıza!"

Çatalımı alıp bir kaç lokma yedikten sonra ayağa kalktım, canım yemek yemek veya herhangi bir şey yapmak istemiyordu. Yaptığım her bir hareket onu hatırlatıyordu bana.

"Şey ben gidiyorum"

Namjoon hyung meraklı gözlerini üzerimde dolaştırdı.

"Nereye Jimin?"

"Mezarlığa..."

Namjoon hyung derin bir iç çekti.

"Yalnız gitme, Hoseok'da senle gelsin"

"Gerek yok hyung ben yalnız da gidebilirim"

"Hayır Jimin, olmaz"

Kimseyi istemiyordum işte. Bunu anlamak cidden bu kadar zor muydu? Hiçbir şey söylemeden mutfaktan çıktım ve hızlıca hırkamı üstüme geçirip evden koşarak uzaklaştım.

Mezarlığa vardığımda göz yaşlarım firar etmeye başlamıştı. Min Yoongi yazan mezar taşının önünde durdum, hıçkırıklarım tüm mezarlığı inletiyordu. Dizlerimin üstüne çöktüm. Yavaşça toprağı avuçlarımın arasına aldım, okşadım. Kısık ve titrek çıkan sesimle şarkı mırıldandım sonra. Sesimin ona huzur verdiğini söylerdi her zaman. Umarım şimdi de huzurlusundur Yoongi. Kurumaya yüz tutmuş toprağın göz yaşlarımla ıslanışını izledim bir süre. Tüm bunları yaparken tek bir düşünce vardı aklımda.

"Keşke-keşke ben olsaydım orda, sen benden daha fazla hakediyorsun yaşamayı"



Hepinize merhaba. Öncelikle bu bölümü okuduğunuz için teşekkür ederiz -çünkü iki kişiyiz :)- taecokky  ve aichyx2 kişisel hesaplarımız. Ehehe bu bizim yazdığımız ilk kurgu olduğu için biraz acemice olabilir. Lütfen anlayışla karşılayın. Umarım hoşunuza gider. Görüşmek üzere. 💞💖

Dairy -YOONMIN-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin