sunflower, vol. 1

201 19 2
                                    

inci'me, gün ışığıma

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




inci'me, gün ışığıma.


1 | gözlerimin önüne bir gölge düşer


Büyükbabamın söylediğine göre tanrı en çok ellerimi severdi, hiçkimsenin kirli diye dokunmak istemediği ellerimi sevmişti. Bana bahşettiği bu yetenek sayesinde ellerim hiç temizlenmemişti de. Tabii bunlar benim sözlerim değil, ben pek beceremem böyle konuşmayı. Büyükbabam esaslı bir adamdı, delikanlılık zamanlarında çokça şiir yazarmış hatta onları satarmış bile. Bana geçmemiş maalesef bu özelliği, ben üç cümleyi zar zor yan yana getirebiliyordum.

"Yoongi, çabuk aşağı gel!" Bağırış duymamla hayal dünyamdan çıkmam bir olmuştu. Tuvalimi resim yapmaya uygun hale getirebilmek için astar atıyordum. Astar attığınız zaman resminiz daha güzel gözükür, boyadan da tasarruf etmiş olurdunuz. Bitirmek üzere olduğum için sadece geleceğimi belirtmekle yetinmiş iki dakikaya evimizin aşağı katına inmiştim.

"Evet, ne oldu?" diyerek mutfağa giriş yaptım. Ablam ve küçük kız kardeşim, evet koskoca evde bir erkek ben vardım ve inanın ki iki kız kardeşle büyümek erkek bünyesine hiç iyi gelmiyordu, önlerindeki pastaya bakıyor ve kararsız bir şekilde ayakta dikiliyorlardı. "Bunu annem karşıdaki yeni taşınan komşuya götürmemizi istedi ama bizim uğraşacak başka işlerimiz var, sen götür hadi."

"Hayır." dediğimde anlaşmış gibi sırıtmaya başlamışlardı. Hissediyordum, kız kardeş dayanışması geliyordu. Beni yine tehdit edecek bir şey bulacaklardı ve eninde sonunda o eve, o pastayı götürecektim. "Geçen sefer tuvalin kurumadan duvara yaşlanmıştın ya hani unutup, beyaz duvarlarımız sarı olmuştu. Hatırlıyor musun?" dedi ablam. Daha fazla devam etmesine de gerek yoktu işte, başarmıştı, yapacaktım. Oflayıp boya bulaşmış ellerimi tişörtüme sildim. Artık tüm tişörtlerim boyalıydı ve bu boyalar asla çıkmıyordu, ben de üzerlerine yenisini eklemeyi sorun etmiyordum.

Bir de fotoğraf makinesinin flaşına bir şey olmuş ona da baktır dışarıya çıkmışken deyip elime tutturmuşlardı. Tek bir laf edememiştim. Her türlü işi yaptırabilirlerdi bana, tehdit edilmişken reddetme imkanım yoktu.. Ayakkabılarımı giydim ve bana uzattıkları pastayı aldım. Annem bir fırında çalışıyordu, ev babamdan kaldığı için kira sorunumuz yoktu ama evi geçindirmek için birilerinin çalışması gerekiyordu. Karşıdaki eve adımlarken düşünüyordum, o ev ne zaman boşalmıştı ki yeni birileri taşınmıştı? Bir hafta öncesine kadar orada Bay Jeon yaşıyordu, ne olmuştu acaba? Evin ziline ulaşmak adına üç küçük merdiveni çıktım ve zili çaldım. Uzun bir süre kimse açmadı.

"Merhaba?" dedim kapıyı birkaç kez tıklatarak, içeriden gelen sesleri duyuyordum ve burada beni bekletmeleri biraz sinirlenmemi sağlamıştı.

"Merhaba, beklettiğim için çok özür dilerim yeğenimi ocaktan uzak tutmaya çalışıyordum." Karşımdaki gence baktım, benden daha genç duruyordu bu yüzden bu şekilde düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Siyah saçları kıvırcıklanmıştı ve dağınıktı. Koşturmuş gibi nefes alıp vermesi de onun bu dediğini doğruluyordu. Bacağının arkasından ona bakan küçük kızla beraber gerçekten sevimli duruyorlardı. Cevap vermediğini fark edince utanarak konuşmaya başladım.

"Sorun değil, bunu annem getirmemi istedi." Elimle evimizi gösterip devam ettim. "Karşıdaki evde yaşıyoruz ve hoş geldin hediyesi olarak bunu getirmemi istediler sanırım?" Hâlâ kavrayamamıştım, karşımdaki gerçekten Bay Jeon'u da andırıyordu. Bay Jeon taşınmış mıydı şimdi? Üzüntüyle iç çektim, o adamı gerçekten severdim. Bazen bana boya ve fırçalar hediye ediyor, hayatımın güzelleşmesine katkı sağlıyordu. Gitmesi beni üzmüştü, ona bir resim yapıp en kısa zamanda postalayacaktım, evet yapacaktım bunu. Düşüncelerimden beni kurtaran şey aniden bacaklarıma sarılan küçük kızdı. Şaşırmıştım, az kalsın pastayı düşürüyordum.

"Jungoo abim dedi ki büyüyüp güzel bir hanımefendi olursam, çok yakışıklı bir prens benimle evlenmek istermiş." Kıvırcık saçlı durumu kavrayamamış olsa gerek hâlâ bön bön bakıyordu. "Ben büyüyene kadar bekle olur mu? Evleneceğiz seninle." Kaşlarım istemsizce havaya kalkmış ve sorgulamıştım. Ne yani uzun zamandır, tamam, doğduğumdan beri bu konuda dürüst olacağım, kimseyle bir ilişki yaşamamıştım ve ilk itirafımı küçücük bir kızdan mı alıyordum yani?

"İyi de, ben bir prens değilim ki." dediğimde küçük kızı almayı akıl edebilmişti. Pastayı eline tutuşturdum, gitmek, makineyi baktırmak ve çizeceğim şeye odaklanmak istiyordum artık. Önümdeki insanlara tekrar baktım, kucağındaki kızla beraber gerçekten güzel gözüktüğünü düşündüm. Bu düşüncem ne kadar doğruydu, ne kadar yanlıştı bilmiyordum ama başkasının doğrusu yanlışı da beni ilgilendirmezdi doğrusu. Güzeldi işte, beğenmiştim. Arkalarından vuran güneşin ışığı sayesinde varlıkları gözüme gölge düşürmüştü. Böylece bir kere daha kısa olduğum yüzüme vuruldu. Aklımda beliren fikirle düşünmeden konuştum.

"Fotoğrafınızı çekebilir miyim?"








çok ani gelişti, bu günlerde resim yapmaktan hoşlanıyorum, birden böyle bir şey yazasım geldi umuyorum ki batırmam.

sunflower, vol. 6 |  yoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin