3 | tanrı doğurmuş güneşi"Güzel. Başlıyorum, ağırdan alacağım." dedim. Kimi kandırıyorum ki, ağırdan falan almayacaktım. Sabırlı bir insan değildim, üstelik istediğim şeyler konusunda beklemek konusunda çılgına dönüyordum. Sabah ki boya faciasını hatırlayalım..
"Benden etkileniyor musun güneş?"
Baştan alıyorum, sabah resmimin arka planı için kullanacağım boyanın bittiğini görmüş ve çılgına dönmüştüm. Açık olmadığını bildiğim halde saat altı buçukta boyayı satın aldığım yerin kapısına dayanmıştım. Dükkan saat sekizde açılıyordu ama benim evde beklemeye niyetim yoktu. Güneş çoktan doğmuştu ama tenimi yakmıyordu, hafif bir serinlik bile vardı. Yaklaşık yarım saat sonra onu ve yeğenini görmüştüm. Beni ilk fark eden tabii ki küçük kızdı. Elini bıraktığı gibi koşa koşa yanıma gelmiş ve adeta kucağıma atlamıştı. Yerde oturduğum için sorun etmedim, öbür türlü onu ayakta taşıyabileceğimden emin değildim.
"Prens burada, Jungoo bak! Demiştim ben sana beni bekler diye bak okula bırakmaya gelmiş o da beni değil mi?" Umut dolu gözleriyle bana baktığında reddetmedim, üzülmesine de dayanamazdım zaten. "Evet, tabii."
Ayağa kalktığımda bir eli benimkini, diğer eli ise onunkini tutmuştu. Bunun tuhaf ama huzurlu hissettirdiğinden bahsetmeyecektim aslında ama fikrimi değiştirdim, niye bahsetmeyecektim ki? Çok sakin bir sabahtı, tamam belki sinirli uyanmıştım fakat onları görmemle uçup gitmişti bile bu düşünce aklımdan, küçük kızın neşeli konuşması ve onunla beraber gülen güneşe bakınca içim gitti. Çok güzeldi, çok özeldi gibi hissediyordum. Mümkün müydü bu, ilk görüşte aşk dedikleri bu muydu?
Kabullenmem zor olmadı, zaten ilk iki gün kendimi anlamamazlıktan gelsem de biliyordum. Kimseyi hayatıma kolay kolay kabul eden, doğru düzgün tanışmadığım bir insanla bu kadar konuşan bir insan değildim. Hayır, ilk görüşte aşk değildi bu. Belki, ilk hissedişte aşk?
"Ne diyorduk Mina?" Sesini duyduğum zaman kendime geldim. Şu sıralar hep böyle dalıp gidiyordum, irkilmekten kaslarım gerilmişti. "Teşekkürler Prensciğim." Adının Mina olduğunu öğrendiğim küçük gitmeden önce beni tekrar gülümsetebilmiş ve okuluna doğru koşmuştu.
"Şurada çok güzel bir tepe var, geçen sabah şans eseri keşfettim. Oraya gidelim, olur mu?" dediğinde itiraz etmeden onu takip ettim. Hem tanımak istiyordum onu, daha çok konuşmak; iki dudağının arasından çıkacak her kelimeyi kulağımda biriktirmek istiyordum. Biriksin ki istediğim zaman tekrar tekrar duyabileyim. Çimenlere oturduğunda altımdaki eşofmana dudak büzdüm, leke olacaktı ama ayakta dikilecek halim yoktu, oturdum o yüzden.
"Buraya geldiğimizde zorlanacağımı düşünüyordum ama gerçekten güzel bir yer, sanki aradığımı bulmuşum gibi." Sırt üstü yere doğru uzandım ve ellerimi başımın altında birleştirdim. Gökyüzünü izliyordum artık. "Bir oyun oynayalım mı?" diye sordum. Oyun adı altında ona birçok soru sormayı planlıyordum açıkçası. Onayladığında devam ettim. "Bu oyunun adı 'itirazım yok, ne sorarsan cevaplayacağım', böyle bir oyunu oynamayı kabul ediyor musun?"
"Eğer soruları ben de sorabilme hakkına sahipsem neden olmasın?" Ona doğru bakmadım. Gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum ama bakmayacaktım, dikkatim dağılırdı, belki de ben dağılırdım.
"Güzel. Başlıyorum, ağırdan alacağım." dedim. Kimi kandırıyorum ki, ağırdan falan almayacaktım. Sabırlı bir insan değildim, üstelik istediğim şeyler konusunda beklemek konusunda çılgına dönüyordum. Sabah ki boya faciasını hatırlayalım..
"Benden etkileniyor musun güneş?"
"Ağırdan alıyoruz demek," güldü. Dayanamadım bu sefer, döndüm ona. Tanrı sadece benim ellerime dokunmamıştı demek ki. Büyükbabam tanrı herkese dokunmaz demişti, o zaman karşısındaki adam tanrının bir çocuğu muydu? Ona dokunmamıştı sanki, onu doğurmuşçasına güzeldi. İşte, dedim. İşte benim güzellik anlayışım bu. Bir tuvalin içine hapsolmasını istemediğim, uçup kendi gökyüzüne kavuşması için çizemeyeceğim güneşim bu.
"Evet, ilk gördüğüm andan itibaren sende ayrı bir şeyin olduğunu seziyorum. Sanki resim yapan, onu çizen sen değilmişsin gibiydi. Üstün başın boya olmuş bir halde evimin önüne geldiğinde de böyle düşünmüştüm, resmi sadece çizmiyorsun onu kendi benliğinde yaşıyorsun. Belki sen ayak tabanlarının kaldırımlarda bıraktığı boya izlerini görmüyorsun fakat ben gördüm." Bir şey söylememe izin vermeden kendi sorusuna geçmişti ama tanrı aşkına, o kadar çok etkileniyordum ki ayakta olsam bacaklarım bedenimi taşıyamazdı.
"Bunun güzel bir rüyadan ibaret olduğunu düşün, bu rüyadan uyanmak ister miydin?"
"İsterdim, rüyamdan uyanır ve güneşe bakardım, gün bitene kadar da bakmayı sürdürdüm. Rüyalarda yaşayamam ama her gökyüzüne baktığımda o boşluğu dolduran bir güneş gördüğümde bu anları kalbimin derinliklerinde tekrar tekrar yaşayacağıma eminim." dediğimde gülümsedi. Hep gülmesini istedim. O da oturmaktan vazgeçmişti anlaşılan, biraz yan dönerek kafasını karnıma koydu. Rahatsız hissetmedim, hatta biraz önce konuştuğumuz rüya meselesi yüzünden varlığını hissettiğime memnun bile olmuştum.
"Sana beni alıştırmaya çalışıyorum, rahatsız olmuyorsun ya?" dediğinde hep yapmak istediğim şeyi yaptım. Kurumuş boyalarla süslü elimi kıvırcık saçlarına götürdüm. Yavaşça sevdim her bir telini. Bu ona kendi dilimde olmuyorum demekti. Tekrar gülümsedi, sahi ne kadar çok gülüyordu? Bana özel olmasını diledim.
"Doğru, bir ayçiçeğinin güneşe alışmasını bekleyemezsin." İçine derin bir nefes aldı, sıcaktan kırmızıya çalan küçük dudaklarının arasından çıkacak şeyi bekledim sadece, beni dağıtacağını bile bile bekledim.
"Zira ayçiçeği her daim güneşe ait olmuştur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sunflower, vol. 6 | yoonkook
Fanfictionayçiçeği, içeriye girmeme izin ver minific | 040420