×
"Sence de artık onun yanına gitmenin zamanı gelmedi mi?" diyen en yakın arkadaşıma atabileceğim en ters bakışları attım. Rüzgar oldukça -hatta gereğinden fazla- iyi bir insandı fakat tek bir kusuru vardı; o da bazen boş ve mantıksız konuşmasıydı. Beni, onun yanına elimi kolumu sallayarak gidemeyeceğimi bilecek kadar iyi tanıyordu fakat tekrar tekrar söylemekten vazgeçmiyordu. Bakışlarımdan ne düşündüğümü anlamış olacak ki yüksek sesle ofladı. "O kadar utangaçsın ki adam bizden tarafa dönse bile saklanacak delik arıyorsun. Bu gidişle onunla bir kere bile konuşamadan öleceksin." Gözlerimi devirdim ama bir yandan acı gerçek suratıma bir tokat gibi çarpmıştı. "Cesaret edemediğimi biliyorsun, ve sanırım bu konuda haklısın. Zaten ölmeme de çok bir zaman kalmadı."
Bakışları sertleşti ve masanın üzerinde duran elime hızlıca vurdu. Acı içinde bağırarak elimi çektim ve bu bağırtı etraftaki insanların bize garip garip bakmasına neden oldu. Tam ona dönüp bu bakışlardan utandığım için küfür edecektim ki endişe dolu bakışlarını görüp sustum. Bu bakışlara istesem de karşılık veremezdim ki istemiyordum. Beni seviyor ve benim içim endişeleniyordu, bencilce konuşmuştum. "Ben öleceksin derken hastalığına gönderme yapmamıştım, aptal. Sen de 'öleceğim' triplerine girmesen iyi edersin. Çünkü eğer bu moda girersen seni kendi ellerimle ben öldürürüm." Susup etrafına bakındı, sinirliydi. Ben her bu gerçeği ima ettiğimde sinirleniyordu fakat bunun hiçbir şeyi değiştirmeyeceğinin o da farkındaydı. "Ölmeyeceksin, bunu aklından çıkarma."
Gözlerimin dolduğunu hissettim. Ben de hastalığımı ilk öğrendiğimde onun gibi tepki vermiştim. Ölmeyeceğim. Fakat zamanla 'Ölmeyeceğim,' diye bas bas bağıran düşüncelerimin sesi azalarak susmuştu.
Aklımda düşünceler değil endişeler vardı ve hiçbiri kendi hakkımda değildi. Ben kendim için yapılabilecek bir şeyin kalmadığını net bir şekilde hissedebiliyordum fakat çevremdekiler bunu kabul etmemekte ısrarcıydı. Ben sadece onlar için endişeleniyordum. Annem, babam, küçük kardeşim ve Rüzgar. Beni kaybettiklerinde ne kadar üzülecekleri aklıma geldikçe gözlerim doluyordu. Bu acı ve endişelerle yaşamak zordu, dışarıya belli etmesem de içten içe zaten ölmüşüm gibi hissediyordum.
Bir şekilde devam etmek zorundalardı, bunu en çok isteyen kişi ben olabilirdim ama bir yanım içten içe bu konu hakkında çok içerleniyordu. Ben onların yanında olmayacaktım ve onlar bir süre sonra eskiye dönüp sanki hiç varolmamışım gibi yaşayacaklardı. Tabii akıllarına geldiğimde biraz hüzünlenirlerdi, daha sonra her şey normale dönerdi. Belki de bu düşüncelerim çok bencilceydi ama böyle hissetmeyi engelleyemiyordum.
Beynimde kötü huylu bir tümör vardı ve bu tümör hayati bir noktaya yakın olduğu için ameliyat oldukça riskliydi. Kısa bir süre içinde ameliyat olup olmayacağıma karar vermem gerekiyordu fakat bunu kendi kendime yapamıyordum. İki seçeneğim vardı, eğer ameliyat olmazsam bir süre sonra kendi kendime ölecektim; eğer ameliyat olursam da yüzde seksen ihtimalle o ameliyathaneden bir daha canlı çıkamayacaktım. İnsanın her türlü öleceğini bilmesi, hissetmesi dünyanın en kötü duygusu olabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hiraeth | daddy issues
Fanfiction"Günahtan nefret et, günahkarı sev." · Hiraeth: geri dönemeyeceğin veya aslında hiç olmayan bir eve duyulan özlem.