Başladığınız saati ve tarihi bırakın.
Oturduğum bir ayağı sallanan tabureden titreyerek kalktım. Sonra bacaklarım beni taşıyamadı , pencerenin mermerine sıkıca parmak uçlarımla tutunup tekrar çöktüm ayağı kırık tabureye.
Kendime gelmem gerekiyordu. O , sıçtığımın ruhum- unutmuşum küfür yoktu. Ne kadar geçmişti ki unutalı? Kendime gelmem ve silkelenmem lazımdı. Kaç ay sadece kafamdaki puzzle parçalarının yerine oturmasını beklemiştim. Çok uğraşmıştım tamamlanması için ama hep bir parçası eksik kalıyordu.
Ben bir parçamı kaybetmiştim. Hem de öyle bir kaybetmiştim ki ne ruhumda ne de biçare beynimin kıvrımlarının arasında bulabilmiştim onu.
Tavanarasındaydım yine , tüm ruhumu kasıp küle çeviren yerde.
Kafamı hafifçe eğdim , yüzüme doğru düşmüş kıvırcık perçemimi elimle arkaya doğru ittim ve kıyafetlerimi inceledim. Mavi bisiklet yaka ince bir kazak vardı üzerimde.
Rengi mavi olmasa da ben mavi derdim. Renklerle aram hiçbir zaman iyi olmamıştı. Söylerken dil spazmı geçirebileceğim kelimedeki renklere hiç ihtiyaç duymazdım. Mavi ile yeşil arasında bir renk mi gördüm? Yapıştır işte , o renk mavidir. Değilse bile mavidir.
Altımda da siyah bol bir eşofman vardı. Kısacası rahattım.
Ama sadece bedenen.
Hani bazen aslında hiçbir şey yoktur ama sol tarafınızda nedenini bir türlü anlamadığınız keskin bir acı oluşur. Siz o acının içinde kaybolursunuz , yok olursunuz...
Bende de öyle bir şeyler vardı. Bacaklarımın titremesinin azaldığını hissettiğim bir anda tekrar parmak uçlarımla pencerenin mermerine tutunup ayağa kalkmaya çalıştım ve başardım da.
Akşam karanlığını aydınlatması için sokağa konulan lambanın odama vuran hafif ışıkları eşliğinde yürüyordum. Küçük , dar ve kasvetli bir odam vardı.
Aynı kasvet ve boğuculukta eşyalar vardı içinde. Yürürken sürekli eşyalara takılıyordum. Ayağımın altında ezilen fotoğraflar , çerçeveler , kağıt parçaları ve de küçük küçük misketler vardı yerde.
Yerdeki her eşyayı gördüğümde anlık bir atak geçiriyormuş gibi hissediyordum. Anlık korku , titreme , öfke , mide bulantısı , tiksinme ve bir tebessüm.
Adımlarım rafı ortadan ikiye çatlamış kitaplığımı buldu. Kitaplığın yanında yerde düzinelerce peruk ve farkı tonlarda imaj , güneş ve dereceli gözlükler vardı.
Neydim ben bir oyuncu mu?
Aklımdan binbir türlü düşünce geçerken , her şeyi boş verip kitapları incelemeye başladım.
"Da Vinci'nin Şifresi , Savaş ve Barış , Olasılıksız , Empati" vb. romanlar vardı ilk ve sağlam olan rafta.
Fakat çatlak olan rafta sadece psikogelişim kitapları vardı. Ünlü psikologların bir çok psikiyatristin yazdığı meşhur kitaplar sıralanmıştı.
Hayır hayır , yoksa ben psikolojiye meyilli bir oyuncu muydum?
Kitapların üstüne bırakılmış kupayı gördüğüm an gözlerimde şimşeklerin çaktığını hissettim ve beynimin sol tarafında şiddetli bir acı baş gösterdi.
Ellerim anlamsızca titrerken , kalbim göğüs kafesime silahının kabzasıyla vurmuştu bile. Yüzüme bir ateş bastı ve sağ gözüm öfke ile seğirmeye başladı. Titreyen parmak uçlarımla kupanın ağız kısmını üçüncü denemede elime aldığımda , uzaktan bir polis aracı siren sesi geldi ve ben çığlıklar eşliğinde kupayı elimden düşürdüm.
Kafamda yüzlerce çığlık , polis sireni , kupanın kırılışı varken kafamı ellerimin arasına sıkıştırıp Tanrı'ya yalvarmaya başlamıştım bile.
"Yeter , yalvarırım yeter."
Çığlıklar hızlanırken , gözyaşlarıma da hakim olamıyordum.
Ben kimdim? Bana ne oluyordu?
Selamlar , ruhlarına kelimelerimin büyüsünü bulaştırmak istediğim dostlarım. İlk kurgum , oldukça amatörüm. Bundan dolayı beni affedin.
İçinizden geçenleri yorumlarda görmek istiyorum.
Sizleri seviyorum
ve lütfen beğendiyseniz , etiket atmayı unutmayın .
Hoş kalın. ")

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAFAMDA'Kİ SEN
General Fiction"Ben senin deyiminle vadideki çiçeklerin çevrelediği Zakkum'dum sevgili. Ben , senin istinâtgâhındım. Ben öldürdüğü kadar iyileştirendim. Lâkin zihnimin bu kadar acımasız oyunlar oynayacağına ben bile bilemezdim. Kanının ellerime bulaşacağını , Zak...