Bir ilkbahar akşamı elimde bitmek üzere olan kurşun kalemim, ahşap ve biraz eski olsa da atmaya kıyamadığım masanın üzerindeki kağıda uzun zamandır yazmak isteyip de yazamadığım şeyi yazıyordum. hemen sağımda olan camımdan vücuduma vuran hafif rüzgar daha da rahat hissetmemi sağlıyordu. telefonumu rahatsız etmesin diye sessize almış, kendi küçük odama çekilmiş yalnızca bu mektubu yazıyordum.
Odamın kapısının gıcırtısı bu sessizliğin ve bununla beraber dikkatimin dağılmasına neden oldu. kafamı kimin geldiğine bakmak için kapıya doğru çevirdim.
"Ne yapıyorsun?" yüzümde büyük bir tebessüm oluşuvermişti yüzünü görünce. Garip bir heyecanla elimdeki kalemi bırakıp sandalyemden kalktım. Oturduğum için elim, istemsizce eteğimi düzeltmek adına edindiği görevini yapmaya başlamıştı. "Yazı yazıyordum. Biliyorsun anneme birkaç aydır hiç mektup göndermiyorum, bunu yapmamın zamanı gelmişti." gittikçe zayıflayan yüzünde solgun bir gülümseme vardı. "Ah, ben de göndermeliyim değil mi?" birkaç adım atıp, parkenin gıcırtılarını umursamayarak odanın köşesindeki krem rengi koltuğa oturdu. "Tabii istersen gönder, ama zorunlusun demiyorum." karşısına geçip ben de attım cılız bedenimi koltuğa. "Neden geldiniz merak ettim doğrusu." derin bir nefes aldı. Siyah gözlerini odanın her köşesinde gezindiriyor, bir tek bana bakmıyordu. Neden böyleydi, nesi vardı hiç bilmiyor onun için kaygılanıyordum. "Biliyor musun? şu aralar aklıma takılan bir soru vardı, zihnimde dönüp duruyor beni rahat bırakmıyordu. Bu sabah o sorunun cevabını buldum." Ellerimi çırpıp gülümsedim. "Bu iyi bir şey değil mi, neden üzgünsün hala?"
"Cevap yaşantımda istemediğim bir yol seçtiriyor bana. O yolu seçmek istemiyorum ama bir bakıyorum da o yoldan başka bir yol yok hayatımda." bir süre ona ne cevap vermeliyim diye düşündüm. Kendim olsam ne yapardım diye sordum benliğime lakin o da cevabı bilmiyordu. "Eğer bu yoldan ilerlemek istemiyorsan kendine yeni bir yol yap, kendi ellerinle. Kaderin sana seçmen için sunduğu değil de senin belirlediğin bir yol." cevabımı sessizce dinledikten sonra ilk defa gözleri benimkilerle buluştu. Hafifçe güldü. Gülümsemek bir insanın kalbini nasıl bu kadar yakabilir diye sordum kendime. İlk defa görüyordum onu böyle. Ne diyeceğimi bilemiyor susmanın en iyi yol olduğunu düşünüyordum. "Fakat bunu yapamayacak kadar yoruldum." bir süre sessizliğin hüküm sürdüğü odada oturup beni izlemeyi seçti. "Neşelisin, hayat dolusun sen. O kadar sıkı sarmış ki seni hayat yanına bile yaklaşamıyorum. Gülüşün mesela, ben hayatımda böyle bir gülüşle karşılaşmadım. Geçtiğin her yere hayatın sıcaklığını dağıtıyorsun, o kadar hayat dolusun ki..." derin bir nefes aldı. Gözleri dolmuştu. ben ise taş kesilmiştim. "O kadar sıkı sarmış ki seni hayat, seçtiğim yolu birlikte yürüme fırsatı bile sunamıyorum sana." nefesim kesildi. Birbirini takip eden yaşlar boşalırken solgun yüzünden yemin ederim nefes alamadığımı hissettim. "Neden?" diye sorabildim sadece. Uzun kemikli parmaklarıyla gözyaşlarını silip aldığı nefeslere bir yenisini ekledi. "İnsanların kötü olduğunu ne zaman öğrendim biliyor musun?" bakışlarını yeniden yüzüme çevirdi. "Sadece güzel olduğu ve sevdikleri için bir çiçeği kopardıklarını gördüğümde. Ben yalnızca mutlu olmak için bir çiçeği öldürmek istemiyorum..." ayaklandı. Yerimden bile kalkacak durumda değildim. Zihnimin taşıdığı yük ayaklarımın kaldırabileceği ağırlıkta değildi. "Hayır." dedim. "Ben bir çiçek değilim. İstersem eğer senle o yolu yürümeyi, bana ne olacağı umurumda değil." sözcüklerin ağzımdan bir bir dökülmesiyle bacaklarım kuvvetini tekrar buldu. Kalbim ise deli gibi atmaya devam ediyordu. "Hayır, sen belki de hiçbir insanın karşılaşmadığı nadir ve bir o kadar da güzel bir çiçeksin. Daha çok küçük, hayata adımını bile atamamış küçük bir çiçeksin. Seni koparırsam dayanamaz, solar gidersin." sırtını dikleştirdi. "Seninle geçirdiğim bütün günler için sana teşekkür ederim. Senin yanında olmama izin verdiğin için..." Korkmaya başlamıştım. Ne yapacağını bilmiyor, zihnime dolan korkunç ihtimalleri düşünmek istemiyordum. "Sen de bir çiçeksin! eminim seni de kimse hayatında görmemiştir." güldü. "Eğer ben bir çiçeksem, çoktan soldum bayan." ne diyeceğimi bilmiyordum. Ne yapmam gerekir bilmiyordum. Ne demem gerekir bu durumda, bilmiyordum. "Sen kötü biri değilsin. niye kendinden bu kadar nefret ediyorsun?" yüzü ciddileşti. Eli beline gitti. "Ben çok kötü biriyim, bu gün de sana bunu kanıtlayacağım." gözleri tekrardan dolmaya başlamış, fark etmediğimi sansa da vücudu titriyordu. "O çok sevdiğim çiçeğin ruhuna hiç kaldıramayacağı bir yük bindireceğim. Umarım beni affeder..." nefes alış verişlerim düzensizleşmeye başlayınca uzun zamandır yapmak istediğim ama yapamadığım şeyi yapmaya karar verdim. İçimdeki bir his bir daha bu şansa ulaşamayacağımı söylüyordu çünkü. "Seni seviyorum!" diye bağırdım. Aramızdaki mesafeden üç adımda kurtulup sıkıca sarıldım ona. Bana hiçbir şey dememişti. Canımı yaksa da bu durum yapabileceğim bir şey yoktu. Kollarım eski yerlerine dönerken kapattığım gözlerimi araladım. Benden tekrar uzaklaştı. Beline götürdüğü elini ortaya çıkartınca bütün bedenim dondu kaldı. Ne ağzımı açabildim ne de elinde tuttuğu tabancayı elinden almak için bir adım atabildim. O ise elinde tuttuğu tabancayı korkusuzca sol şakağına dayadı tetiği çektikten sonra. "Ben de seni seviyorum desem de elde edebileceğimiz bir gelecek yok bayan. Seni seviyorum desem de sevebileceğin bir ruha sahip değilim. Bunca zamandır beni sevdiğin için teşekkür ederim ve özür dilerim." titreyen sesi kurtarılmak için yalvarıyordu bana. Tabancayı elinden almam için, ona tekrar sarılmam için yalvarıyordu ama ben hareket edemiyordum. Son kez gülümsedi bana. Sonra hayatımda içinde bulunabileceğim en kötü yere çevirdi bu evi. Yüksek bir ses yankılandı kulaklarımda, bir süre de beynimin içinde yankılanmaya devam etti. Yüzüme sıçrayan sıvı ile yerde yatan bedene bakamadım bile. Korkuyordum, korkuyordum. Sıkıca yumdum gözlerimi. Beni saran karanlıkta tek bir şey buluştu benimle:
Sevdiğim adamın kafasına silahı dayamış ve bana son kez gülümsemiş olduğu acı çeken yüzü...