~
Güneşin ilk ışıklarının yeni ziyaret ettiği küçük semtin, henüz halk tarafından ilgi görmemiş olan terzici dükkanında heyecan uğultuları esiyor ve karanlık göğün tan vakti sırasındaki yeşil ışığında dans ediyordu.
Yanık esmer tenin oluşturduğu, heyecanla terlemiş geniş bir alına dökülen kıvrımlı buklelerin sahibi yağlanana dek çalışmış bulunmaktaydı. Fakat benliğine gelişen kudretli duygu onu sarmış ve yorgunluğunu unutturmuştu, bu duygunun temeli ise iki avcu arasında duran küçük vücuttu; özenle dikilmiş dikiş izlerinin üzerine yerleştirilen düzenli incilerle parıldayan bir kukla*(1). Bu küçük yapılı bez parçası değildi ihtişamlı, su gibi saf yeşil gözlerin aşkla parıldamasını sağlayan, kuklaya verilen anlamadı bu değerli duygunun sebebi.
Islak bukleler salınırken derin bir iç çekti verdiği tüm gece ve gündüzler sonucu elde ettiği kuklaya karşı. Hafifçe mırıldandı duygulu bir ses tonuyla:
'Kuklanda dahi çaresiz tüm benliğim fakat çaresizliğime yol gösterecek olan yine sensin.'
Daha sonra tüm bu yorgun ve kederli halini umut aldı, sözcüklerden güç almış gibiydi. Umudun getirdiği çabuklukla tozlu terzi dükkanının içinden bir kaç eşya almıştı: üç günlük yiyecek parası, sokakta kalma ihtimaline karşın yırtık ve tozlu fakat kalın bir örtü ve sağlığını kaybetmemek adına ona eşlik etmesi gereken bir kitap*(2).
Umutlu ve yolculuğu karşısındaki tutkusuyla doluydu. Çaresizliğiden habersizce dükkanın camını usulca, gözünden gelen yaşın bıraktığı ıslaklıkla öptü*(3). Bedenini kemiklere işleyen soğuğa karşı fırlattı. Soğuk ile afallayan bedenine rağmen tini ona huzur haberciliği yapıyordu. Dükkandan uzak olan tren istasyonuna varmak için yorgun bedenini kullanmak zorunda kalması bir dezavantaj olsa da elindeki az miktardaki para bir at arabasına verileceği durumda, gideceği yerde açlıkla sınama ilme olasılığı vardı. Bu yüzden tüm yorgunluğunu yolculuğuna adadı.
...
Katettiği uzun mesafenin aralarında kendi duraklarını belirleyerek dinlendi, bu dinlenme duraklarında sık sık kutsal*(4) kitabına sarıldı. Bu kutsallık ruhundaki tüm deliliğin*(5) yerini kesin mutluluğa*(6) adıyordu. Son dinlenme alanından zihnindeki cesaret kıran düşünceler onu korkutarak sarsmıştı. Kafatası ağırlaşırken uyumak üzere olan bir çocuğa ninni fısıldar gibi mırıldandı:
'Ben mi kuklanı yapmıştım, yoksa sen mi beni kuklan kılmıştın?'
Bunları fısıldarken, elinden ayırmadığı kuklasına göz gezdiriyordu. Dudaklarının kıvrımı gökyüzüne*(7) ulaşmak istercesine yukarı kıvrılıp orada ebediyen*(8) asılı kalmıştı.
***
*(1): Kukla, insanlığın inançlarını temsil ediyor.
*(2): kitap, insanlığın bilgeliğini temsil ediyor.
*(3): Islak camın deli tarafından öpülmesi, insanlığın adetlerini ve tarihlerine karşı saygılarını temsil ediyor.
*(4): kitabın kutsallığı okudukça geliştirilen yüceliğe yani doğruya erişercek olan insanı temsil ediyor.
*(5): delilik insanlığın varoluşunu temsil ediyor.
*(6): kesin mutluluk erişilecek doğrunun sonsuzluğunu ve 'üstinsanın' mutluluğu gören gözlerini temsil ediyor.
*(7): gökyüzü, insanların tanrılarından uzaklaşarak elde ettiği gerçekliği temsil ediyor.
*(8): ebediyet, üstinsana ulaşılmışlığı temsil ediyor.
İnançları yaratan insanlık yaratma kavramını inançlardaki tanrılara verdiğinde kuklaların yer değiştiği bir metafor anlatılıyor. Delimizin de dediği gibi:
'Ben mi kuklanı yapmıştım, yoksa sen mi beni kuklan kılmıştın?'
~