Önümde koskoca bir şehir... Ayaklarımın altında sanki. Çatısında durduğum kocaman yapı bana bu şehrin efendisi olduğumu hissettiriyor adeta. Peki böyle bir şehrin efendisi olmak iyi hissettirir mi insana?
Vahşetle, kaosla beslenen insanların acı çekmekten, acı çektirmekten zevk aldığı bir şehirde durmak akılsızlık olsa gerek annem ve babam için.
Küçüklüğüm canlandı gözlerimin önünde...'Öğretmen mi yapsak kızımızı?'
'Doktorluk tam kızımıza göre hem saygınlık kazanır.'
'Mimarlığa ne dersiniz?'
Günümüzün belirli anlayışlar çerçevesinde kategorileştirdiği meslekler...
Peki ben bu kalıplaşmış düşüncelerin izinden gidecek miydim?
Beni kendi düşünceleri çevresinde dönüp dolanan bir çocuktan ibaret kılmışlardı. Çocukluğum çevremin sahip olduğu düşüncelerin aşılanmasıyla geçti.
Bazı dönemler bunalıma girdim. Çıktım yükseğe bağırdım. Sesimi duyurmak istedim herkese.
'Kimim ben?' bu soruyla defalarca bir arayış içine düştüm. Kâh ağladım, Kâh delirip güldüm.
Asla hanımefendiliğimi bozmadım çünkü eğer hanımefendi gibi gözükmezsem kimse benimle evlenmek istemezdi. Böyle söyledi annem defalarca. Kafama kazıdı bunu. Bir kızın başına gelebilecek en kötü şeymiş evlenmemek.
"Saçmalık" diye bağırdım rüzgara karşı. Başarılıydım ben en önemlisi de bu değil miydi?Neydi peki benim en büyük başarım? Ailemin sınırlarını keskin ve katı kurallarla çizdiği o dairenin dışına çıkabilmekti benim en büyük başarım. Kendim olabilmekti benim en büyük başarım. Erkek mesleği, kadın mesleği olarak ayrıştırılmış meslekleri yıkıp geçmemdi ben en büyük başarım. Hayalkırıklığın yansıdığı yüzlerine bakarak 'ben buyum. Yapmak istediğim iş bu.' diyerek evden son adımımı atışımdı benim ev büyük başarım.
Sert rüzgarın yüzüme çarpışıyla uzaklaştım düşüncelerimden. Soğuk havayı doldurdum ciğerlerime. Bir dal sigara iyi giderdi bu kötülüğün ele geçirdiği şehir manzarasına karşı.
İçime çektiğimi dumanı dışarı saldığı an yükseldi gökyüzüne. Yükselen dumanın kaybolduğu an arkamda bir ses duydum.
"Başkomiser seni çağırıyor." dedikten sonra rüzgardan kaçmak istercesine hızla çatı kapısını açarak içeri kaçtı.
Yeni yakmış olduğum sigarayı söndürerek içeri girdim."Günaydın."
"Günaydın." birçok polisle bu kısa sözcük alışverişinden sonra Başkomiserin odasına ulaşmıştım. Derin bir nefes alarak kapıyı tıklattım ve 'gir.' izinden sonra içeri süzüldüm."Beni emretmişsiniz başkomiserim."
"Geç otur." komutundan sonra işaret ettiği sandalyeye oturdum.
"Hatırlıyor musun Deniz? Bundan tam 2 yıl önce seninle bir sohbetimiz olmuştu." Kahvesini yudumladıktan sonra sözlerine devam etti.
"Bana çok kızmıştın. Sırf kız olduğundan seni bilgisayar başında tuttuğumu söylemiştin. Aslında haksız sayılmazdın." gözlerimi çatılmış kaşlar altında yer alan kara gözlerden çekerek ellerime indirdim. Soğuktan kurumuşlardı.
"Bana bak!" sert sesini duymamla tekrar gözleriyle temas kurdum.
"Bu bürodaki bir çok kişi sana ayrıcalık tanıdığımı düşünüyorum. Onlarda haksız sayılmazlar. Polis olmaya uygun değildin. Ama şimdi tekrar sana bakıyorum ve bunun bana aksini düşündürttün. Tekrar o 2 yıl önceki konuşmamıza dönelim. Benden insanların, kara bir duvarla çevrilmiş düşüncelerini kırmak için, kendini kanıtlayabilmek için, yapamazsın diyenlere inat başırıyı omuzlamak için bir şans istediğini söyledin." sustu ve bana bakmaya devam etti. Sert bakan gözlerinde bir yumuşaklık hissettim. Buraya geldiğimde arkamdan atıp tutanlara karşı beri beni savunduğuna, benim iyi bir polis olabileceğimi söylediğine defalarca şahit olmuştum. Bunu gerçekten istiyor olabileceğini düşündüğüm. Bu konuşmanın sonu öyle bir yere gidiyordu."İşte sana bir şans. Göster kendini. Yık insanların düşüncelerini. Sana verebilmek için böylesine zor bir olay bekledim. Başaracağına inanıyorum. Olay yerini incelemen için adres burada. Ayarladığım ekiple bu iş sizin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DENİZ
Action"İşte sana bir şans. Göster kendini. Yık insanların duvarlarını. Sana verebilmek için böylesine zor bir olay bekledim. Başaracağına inanıyorum. Olay yerini incelemen için adres burada. Ayarladığım ekiple bu iş sizin."