~Ben Lee Dong wook, harika bir hayatım olduğunu söyleyemem ama kendimce bu yolda giderken kimseye ihtiyaç duymamaya çalışıyorum bir hedefim var Kılıcımı o herifin kalbine geçirmek bana çektirdiği acılarla onu yapayalnız bırakmak.~
Gün doğmadan normal hayatıma dönmem gerekiyor hemen ekipmanlarımı saklamalıyım , dışardan derme çatma görünen evime girdim. Bir odalı, içerisi kafam kadar karışık ama bana yeten o eve üstüme gündelik kıyafetlerimi aldım aynanın karşısına geçip yıpranmış saçlarıma ve yüzüme bakarak "biraz daha dayan sen çok iyisin " gibi sözlerle kendime teselli buluyordum bu hayata sahip olmamın tek nedeni kendini kral sanan o adamdı , ellerimde öyle can versin istiyordum ki acılarla dolu hayatımda boğulsun ve asla rahat olmasın herzaman kendini tehlikede hissetsin gözüne uyku girmesin. Gözlerimden akan yaşları silerek: "Hadi bakalım kılıktan kılığa girme zamanı geldi " Üstümü değiştirerek kılıcımı belime bağladım. Artık sabahları masum halktan biri gibi davranacaktım geceleri ise soyluların halktan haksız yere aldığı malları çalıp tekrar halka verecektim bu sayede hedefime git gide yaklaşacaktım.
Tekrar dışarı çıktım ağaçların arasından geçerken güneşin altından görünen köy gözlerime ilişti, yavaş yavaş yürüyerek köye vardım ortalıkta dolaşan tek canlılar fakir halktır emin olabilirsiniz. Soyluların pek dışarda dolaştığını görmedim zaten eşitlik diye bir olgu olsaydı soylularla halkın olduğu yer farklı olmazdı, onlar daha fevkalade yerlerde yaşarken halk ,eski evlerin içinde acı çekiyordu doğru düzgün hekimi bile olmayan bu yerde ölümlere çok kolay rastlanırdı halk gece gündüz çalışsa dahi parası olmazdı vergiler çok ağırdı gün bulup gün yerdiler. Sorun şu ki hepsi bunu kabullenmişti sessizce ölüyordular ama ben onların haklarını savunacaktım soylular onlardan ne aldıysa geri verecektim bunu kabullenemezdim . Hepsiyle selamlaşarak tezgahların arasından geçtim bu gece gözüme kestirdiğim soyluların evine gitmem gerekti biraz daha ilerleyerek fevkalade olan, soyluların bulunduğu bölgeye ilerledim köyden bir kaç kilometre uzakta bulunuyordu sabah kimsenin bulunmadığını bildiğim için rahattım, hızlıca göz gezdirdim ve birini kendime belirledim. Kırmızı çatısı, büyük bir bahçesi ve önünde ender bulunan bitkilerle süslü bir ev , kesin zengin bir ailenindi ve özel bir rozet kapıda asılıydı sanırım bu rozet aile üyelerini gösteren prestjli bir işaretti daha fazla burada duramazdım yakalanma riskim güneş iyice gözüktüğünde artmaya başlamıştı hızlı adımlarla kimseye görünmeden burayı terketmeliydim ,çok az kalmıştı ve o sırada arkamdan birinin seslendiğini duydum. Duymamış gibi davrandım ama ses iyice belirginleşince olduğum yerde kaldim.
Kendinden emin tok bir ses :
- Hey genç adam burda ne işin var ?
Bir süre konuşmadım. Buna sinirlenmiş olacak ki sesinin hidettini daha da arttırarak:
- Sana diyorum ucube birşey çaldın değilmi?
"Sakin ol sakin ol. Ben bu adamı pataklarım tamam tamam sesimi düzelterek:
-Ben mi ? Buranın güzelliğini merak ettim ve geldim gerçekten dedikleri doğruymuş çok güzel biryer. Adamın yüzündeki alaycı bakışlar ve üzerindeki asker forması herşeyi açıklıyordu. Kendini birşey sanması bu yüzdendi , homurdananarak bana baktı :
- Hadi oradan hırsız birşeyler çalmak için geldin.
- Bunu nerden çıkardın. Parmağınla işaret ederek elbiselerimi gösterdi:
- Zavallı bir köylüsün elbiselerine bir bak kesin birşeyler çaldın aç kokan nefesin bunu açıklıyor. Tiksinerek yüzüme baktı. Daha fazla dayanamayıp:
- Ben hırsız değilim ama sen önyargılı pisliğin tekisin aptal. Aç kokan nefesimden bu kadar korktuysan sorun sende.
Gözlerinden öfkesi okunuyordu elini havaya kaldırıp bana tokat atmaya hazırlanıyordu, onu durdurdum ve elini bir hamleyle aleyhine gelecek şekilde bıraktım canı acımıştı , bağırarak yanıma yaklaşmaya çalıştı ancak ben buna izin vermediğimde öfkesi daha da artıyordu. Gözlerimi etrafıma çevirdiğimde birçok soylunun bize baktığını gördüm adamı destekler nitelikte ellerini yukarı kaldırıp bağırıyorlardı, "ne kadar güçsüz acınası insanlardı bunlar pislikler ordusundan başka birşey görmüyordum" daha fazla dayanamadım ve yanıma yaklaşan o saçma korunmaya haddini bildirmeye karar verdim. Yanıma geldi kılıcını çekip benden korkmamı bekledi yalvarmamı dizlerinin önünde eğilmemi ,bu davranışlar gururumu kırardı , elindeki kılıcı bir tekmeyle düşürdüm ve bu fırsattan yararlandım " bu tür pisliklerin kılıçlarından başka silahı yoktur"
Adamı ayağımın altına aldım, ağzından yalvarırcasına:
- Ne olur beni bırak ah canım canım çok acıyor
- Öyle mi bana bırakmam için bir neden söyle asalak şey
- Sana para veririm lütfen
- herşey para ile halledilmez ama siz bunu öğrenmemişsiniz.
Bu aptaldan adam olmazdı ve bu yolda hevesli adımlarla ilerliyordu ayağımı suratından çektim:
-"Birdaha ki ne önyargılı olanı seçmeyi düşünmezsin umarım "
Etrafıma tekrar baktığımda soyluların bize şaşkın şaşkın baktığını gördüm . "Ne o yenilmemi beklemiştiniz ama ben yenilmedim" Elimle burnumu sildim sesimi yükselterek:
- "Siz bencil insanlar,dünyanızın küçüklüğüne bakmıyorum bile ama umutsuzum." Elimle köyü göstererek :
- "Orada insanlar sefalettten ölüyor ama siz burda rahat içindesiniz en acısıda kendinizi birşey sanmanız , ah her neyse..."
Üstümü başımı düzeltip yüzlerine son bir kez daha baktıktan sonra oradan ilerler adımlarla ayrıldım epey zaman geçmişti yapmam gereken işler vardı ve hala yerimde sayıyordum , köye tekrar girdim kalabalık içinden sıyrılmaya çalışıyordum burası soylularla dolmuştu ne kadar halka tenezzül etmiyoruz havalarıda verseler en iyi malların köyden çıktığını biliyorlardı "aptal işsizler " kolumdan biri tuttu bu neydi şimdi arkamı döndüm yaşlı bir kadın bana bakıp gülüyordu, maytap mı geçiyordu bu:
- Evet ne istediniz ? Gülmeye çalışıyordum yüzümdeki yapmacıklıktan anlayacak olsa ki konuşmayı fazla uzun tutmadı :
- şey şu kutuları taşırmısın evlat kimsem yokta.
Reddemedim yüzüme bakıyordu umutlu gözlerle " kendime içimden sayarak"
- Ah tabi ki ne demek . Dedim sonra kadın kutuları bana göstererek:
- Evet bunlar hadi bakalım şu aşağıdaki Söğütleri görüyormusun işte orası benimle gel çok yok o yola. " Nasıl çok yoktu kadına bak sen bunu kendine yapan sensin Lee dong wook iylik yapayım derken kazık yiyorsun" sonunda gelmiştik kadın tek bir el hareketiyle bırakmamı söyledi ve bırakırken bayram eden sırtım için sevinmiştim. Kadın bana bakarak : Teşekkürler evladım çok iyi bir gençsin.
- "Rica ederim ne demek artık gidebilirim sanırım" pişkin pişkin gülerek kadına baktım kadın başıyla onaylar gibi kafasını salladı. Evime gidiyordum sonunda akşam için biraz dinlenecektim sanırım.Ağaçların arasından geçip evime ulaştım o kadar belli oluyordu ki benim evim olduğu tek tük kaldırım taşı yapmak için koyduğum taşlara basarak kapıya kadar geldim. Kapıyı açtım ve hemen kendimi eski yatağımın üzerine attım " ahhhh benim yatağım eskisi gibi yumuşak ve özel " batan güneşin kızılı çok güzel hissetiriyordu yüzüme çarpan ışığın altında eski anılar aklıma gidip geliyordu, annemin elimden tutup "seni bırakmayacağım canım" demesi çiçeklerden ona taç yapıp kafasına takmam gözlerini kapatıp körebe oynamamız hepsi bir anda yok olup gitmişti, geriye kalan acılarla dolu kalp yolum olmuştu. Ben bunları telafi edemezdim artık. "Senin karanlığın olacağım aptal herif ölümün belan herşeyin olacağım bana yalvaracaksın" gözlerim yavaşça kapanıyordu uykuya dalıyordum elveda güzel güneş ...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay Savaşçısı (Karanlık)
Teen Fiction_Bana ne kadar yakın olsan bile Dünyalarımız kesişmiyor _ Ben bütün mevsimlere küsmüş biriyim _ Ayın ışığı altında bulunan acılarıma hükmediyorum Ne olursa olsun intikamdan doğan bu ateşi söndürmemeliyim , hepiniz birgün o ateşte yana...