1

25 4 0
                                    

22 Aralık.

Abilene kasabasında, ferah huzur dolu bir gece. Alevler yakılmış, insanlar etrafında toplu bir şekilde oturuyor, Abigail'ın meşhur yahnisinden yerken muhabbet ediyor, bu seneki olaylardan bahsediyorlar. Çocukların Ruidale'e gidecek olmaları, orda eğitim görmeleri üzerine bir konuşma yapıyorlar. Hepsi gergin ama istekli. Kasabada bu yıl çocuklar güçlerini kontrol edemediğinden bir sürü olay yaşandı. Abigail, bu kasabanın başkanı -aslında bir seçim olmadı, lider olarak hep onu ve onun ailesini görmüşlerdi.- her aileden tektek çocuklarını okula göndermelerini istemek zorundaydı. Kasaba sık sık, canavarların ve iblislerin saldırısı altında kalıyordu. Bu yüzden bir türlü gelişemiyor, kendilerine zar zor bakıyorlardı. Sınıra yakın bu kasaba-köy vari yer, yaratıkların sıkça uğrayabileceği bir yerdi. Özellikle bu yıl, bazı kasabalar tamamen ele geçirilmişti bile. İblislerin planları hep baştakiler, melekler tarafından suya düşürülse de, bazen melekler bile onlara karşı koyamıyordu. Şu ana kadar iblisler çok da başarılı olamadılar. Bundan sonra da başarılı olamazlar. Abigail böyle düşünüyordu. Aklına ataları, büyük melekler geliyordu. Kendisi çok nadir görülen bir olaya maruz kalmış, ona bir güç bahşedilmemişti. Abigail hep 'bunu atalarım seçtiler. Onları doğru olanı bilir.' diye düşünür, kendini üzmezdi. İçlice bir of çekti Abigail. Yahnisinden bir kaşık daha aldı.

O sıra da, kasabanın başka bir yerinde, 3 çocuk bir araya gelmişti. Yuu, Tame ve Airi. 14 yaşlarındaydılar. Bu, genelde çocukların güçlerini keşfetme yaşlarıdır. Evet, çocuklar yavaş yavaş güçlerini açığa çıkarıyorlardı ama içlerinden biri, gücünü henüz gösteremedi. Yuu. Uzun boylu, mavi gözlü, çenesine kadar gelen siyah, dağınık saçlı bir çocuk. O küçük grubun hep lideri olmuş, büyükannesi Abigail'den öğrendiklerini bütün kasaba çocuklarına anlata anlata hepsini bilgilendirmiş, yaşına göre olgun, yetim ve öksüz bir çocuk. Bu dönem onun için zor, yaşıtlarının hepsi gücünü göstermişken o, daha gösteremedi. Bu da onu bulanıma soktu. Bu gece, Tame ve Airi'ye, bütün kasaba başka yerde toplanmışken bir araya gelip, gücünü açığa çıkaramayan çocuklar için yapılan bir büyüyü beraber yapmayı teklif etti. Tame, her zaman olduğu gibi sonuna kadar dinlemeden kabul etti. O hep oynak, yerinde duramayan bir oğlandı. Dağlara çıkmayı, birilerine bulaşmayı, o sarı saçını rüzgara kaptırmayı severdi. Tanrı ona da kendisi gibi, delice bir yetenek bahşetti. Tame, ellerinden -kasabanın büyücüsü ona büyüdüğünde muhtemelen tüm vücudundan çıkarabileceğini söylemişti,- yıldırımlar çıkarabiliyordu! Tame şimdiden defalarca yangınlar çıkarmış, bir ahır dolusu zararlı canlıyı bu gücüyle yok kül etmişti. Tame bu gücüne bayılmıştı ama Tame'nin bu kadar güçlü olmasına karşın, çok büyük bir zaafı vardı: Airi. Muhtemelen kasabadaki en ünlü kız çocuğuydu. Uzun, dalgalı kahverengi saçları, dolu dolu yeşil kocaman gözleri, yuvarlak yüzüyle bir başyapıttı. Annesi ve babası ilk doğduğunda onu gördüklerinde, ismine hemen karar vermişlerdi. Airi, şu ana kadar gelmiş geçmiş en güçlü melek. Şeytanı yenen ve onu başka diyarlara süren o büyük melek. Airi, hayatı boyunca onun kadar büyük bir melek olmak istedi. Airi, güzelliğiyle, tatlılığıyla, nazikliğiyle herkesi etkilemiş olsa da, ona bahşedilen güç, köy halkını daha da etkiledi. Airi, doğaya hükmediyordu. Hayvanlarla ve bitkilerle konuşabiliyor. Büyük ağaçları yerinden oynatabiliyor, sarmaşıkları istediği gibi oynatıyor, hayvan vari her türlü şeye komut verebiliyordu. Airi, ona bahşedilmiş bu güce minnettardı. Ama Airi'nin sadece küçük grubuna söylediği bir şikayeti vardı. Airi, büyük melek gibi bir savaşçı olmak istiyordu. Bu yüzden de, hep tanrıya ona, ateşli, patlatmalı, yakmalı yıkmalı havalı güçler vermesi için dua etmişti. Böyle bir güçle büyük melek olup olamayacağından korkuyordu. Airi, bu gücü değiştiremeyeceğini bildiğinden sürekli onu en iyi şekilde kontrol etmeye kendini zorluyordu. O, bir ay önceki çocuklar için olan o güç gösterisi turnuvasında birinci olmuştu. Yaklaşık dört akşam önceki sel baskınını da o durdurmuştu. İlk gücünü açığa çıkardığında, 2 metrelik dev vampir-kurt sürüsünü de köyden uzak tutmayı başarmıştı. Yuu ve Tame ondan gurur duyuyor ve endişesini saçma buluyorlardı.

Tame, Yuu'nun çizdiği garip şekilli daireye tekrar tekrar baktı.

"Bunun işe yarayacağına emin misin."

"Eminim." dedi Yuu. "Bunu Abigail'ın şu büyülü kitaplarından öğrendim."

"Endişeliyim." dedi Airi. "Kasabanın haberi olursa ne yağacağız? Ayrıca sana da bir şey olabilir. Burda tehlikeli olduğu yazıyor." dedi Airi, kitabı kapatırken. Yuu ona döndü. Yüzündeki kırmızı boya lekeleri kan gibi görünüyor, mum ışığının gözlerine vurması gözlerini parlatıyor ve tüm kararlılığını ortaya seriyordu. Sanki bir katildi ve birini öldürmeye hazırlanıyordu. "Sorun yok. O büyüyü çok iyi kontrol ettim. Ezbere biliyorum. Sonunda gücüme kavuşacağım."

Airi ileri çıkıp Yuu'nun kolunu tuttu. "Yuu, neden bu kadar zorluyorsun kendini? Belki seninkide geç ortaya çıkacaktır. Böyle bir şey için kendini de -çizgilerin ortasında saplı olan katanayı göstererek- babanın kılıcınıda heba edeceksin." daha da sıkı tuttu kolunu. "Lütfen..." dedi. Yuu ona döndü, uzun uzun baktı. Sonra kolunu çekti ve yapmaya devam etti. Airi'nin gözleri doldu ve Tame'ye sıkı sıkı sarıldı. Hiç böyle şeylere dayanamaz, dedi Tame. Gözlerini başka yere kaçırdı. Yuu'ya bakmak istemiyordu. Onunla kavga etmek istemiyordu. Airi'nin saçını okşadı. 'Airi'ye karşı böyle kırıcı olmaması gerekiyordu' dedi kendi kendine. 'Yuu çok iyi birisi ama hep hırsına yenik düşüyor.' Airi'nin saçını tekrar okşadı. Airi'nin Yuu'ya hayran olduğunu biliyordu. Bu biraz canını yakıyordu. Airi'yle hep beraberlerdi. Bebeklikten beri. Sonra bi anda o geldi, böyle düşünüyordu Tame. Onun geldiği için mutluydu çünkü onunla hep iyi zamanlar geçirmişlerdi. Hep beraber. Sadece son zamanlarda farklıydı o.

Yuu ayağa kalktı, yerdeki kılıcı aldı. "Tek isteğim benimde bir gücüm olması." ikisi de ona bakıyordu.  "Onlar gibi ölüp gitmek istemiyorum."   kılıcı çizgilerin tam ortasına sapladı. Büyülü bir ışık bir anda tavanı parçalayarak yukarı çıktı. Patlamayla geri uçan Tame ve Airi, Yuu'nun sadece gözlerini görebiliyorlardı. Ve zar zor, bağırışlarını duyabiliyorlardı. Airi "Koş!" diye bağırdı. Ağlamaktan zar zor konuşabiliyordu. "Git yardım çağır..!" Tame onu bırakıp kapıya koştu, kapıyı açar açmaz herkesi kapının önünde gördü. Işıkları gören herkes gelmişti, tabii ki Abigail'da. Bu ışık seansı saatler sürdü. Tüm halk onu izledi. Bağırışlarını duydu. Korkmuşlardı. Abigail, ışığa en yakın durandı. Sürekli onu izliyor, çekip almaya çalışıyordu. Işıklar içeri el giremeyecek kadar sıcaktı. Onu içeriden alamadılar.

Saatler süren bağırışlar ve çığlıkların ardından. Işıklar yavaş yavaş söndü. Yuu, Abigail'ın kollarına düştü. Üstündeki kıyafetler yanmıştı. Tamamen çırılçıplaktı. Vücudu aşırı sıcaktı. Ve vücudunun en dikkat çeken tarafı ise, kafasındaki o iki, sivri başlı boynuzdu.

3 bölüm falan sürer herhalde o yüzden bölümlerde böyle bin kelime falan olucak. ♡

Devils & AngelsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin