Bugün piyanonu getirdim evimize. Koymayı planladığın yere yerleştirdim, yanlarına da birkaç mavi anemon koydum.
Hikayesini çok sevdiğini söylerdin sürekli. Beni Afrodit'e benzetir, kendinin de Adonis olduğunu söylerdin gülerek.
Hikayemizin bu kadar benzeyeceğini kim bilirdi ki?
Cuma günleri asla aksatmadan beni yanına alır, piyanonun başına oturturdun. Hiçbir şey bilmememe ve çok kötü bir öğrenci olmama rağmen usanmadan teker teker anlatırdın her şeyi. Bazen sahte bir sinirle kaşlarını çatar, gülüşlerini kızgın bakışlarının arkasına saklamaya çalışırdın.
Özellikle Moonlight Sonata'yı çalmayı severdin, çünkü sana beni hatırlattığını söylerdin.
Güneş gibi parlardın çoğu zaman. Benim ise ay olduğumu, güneşin ayı aydınlattığı gibi senin de benim yolumu her zaman aydınlatıp bana destek olacağından bahsederdin.
Bir süre sonra benim mızmızlanmalarıma dayanamayarak piyanodan istemeye istemeye kalkar, sevimli bir ifadeyle bana sinsi sinsi bakıp tüm evi dolaşana kadar beni kovalardın.
Çok hızlı koştuğun için genellikle beni yakalamanla biterdi tüm hepsi. Ceza olarak nefesim kesilene kadar gıdıklardın. Hoş, gıdıklamana da gerek kalmazdı genelde.
Hatırlamak bile tekrar nefesimi kesmeye yetiyor, her zamanki gibi gülmekten değil acıdan döktüğüm yaşlarımı artık silecek kimsenin olmaması, canımı hiç olmadığı kadar yakıyordu çoğu zaman.
Ellerimi gezdirdiğim siyah beyaz tuşlar, ellerini tutuyormuşum hissi yaratıyor bazen.
Hoş, çok da siyah beyaz denemez oysa.
Beyaz olması gereken tuşlar çalınmaktan yer yer sararmış, fazla kullanılanlarla az kullanılanlar arasında ise hafiften bir boy farkı oluşmuş.
Parmaklarımdan dökülen, seni izlerken ezberlediğim Moonlight Sonata, artık bambaşka bir anlama sahip benim için.
Parmaklarımın notalara değdiği her an, gözlerimin önünde yüzlerce anı canlandırıyor.
Şimşekten korktuğum zaman beni piyanoya oturtur, kendin de yanıma oturup en sevdiklerinden çalarak şarkı söylerdin bana uyuyabilmem için.
Şimdi tekrar bir kere bile olsa o sesini duyabilmek için tüm varımı yoğumu koyabilirim ortaya.
Bazen fazla yüksek sesler duyulurdu sokaktan. Öyle zamanlarda kulaklarımı ellerinle kapatır, korkmamam için sarılırdın.
Sen gittikten sonra da kimseye sarılamadım zaten.
İlk zamanlarda sırf seni rüyalarımda görebilmek için yataktan çıkmazdım. Kabus görsem bile yüzünü görebilmek beni mutlu ederdi.
Kabullenmeye başlamam ise çok zor oldu.
Tüm aynalarda görürdüm. Bana sıcacık gülümserdin sanki hala yanımdaymış gibi. Kollarını tekrar belimde hisseder, sesini duyardım ara sıra.
Ne zaman mutfağa girsem, benimle yumurta bile kıramadığım için ne kadar dalga geçtiğin gelirdi aklıma.
Biliyor musun, yemek yapmayı öğrendim şimdi.
Yazdığım yazıların çok güzel olduğunu söyler, ben kurgularımı saklasam bile kaçırıp kaçırıp okurdun. Hoş, sana kızmaya bile kıyamazdım.
Beni gülmekten yerlere düşüren sahte kıskançlık ifadenle başrol olan erkeğin kim olduğunu sorar, sonra kendine olan güveninle beraber sırıtarak tabii ki kendin olduğunu söylerdin.
Aslında haklıydın da; başından beri hepsi sendin.
Yazdıktan sonra bir kenara atıp yok olmasını bekleme alışkanlığımı iyi bildiğin için hepsini alıp bir dosyaya yerleştirmiştin.
En baştaki kısma da, mavi bir anemon çiçeğini kurutup koymuştun. Gözün gibi bakardın o dosyaya, bana her fırsatta değerli olduğumu hissettirirdin.
Şimdi bırak o dosyayı açmayı, aklıma gelen kurguları kaleme dökecek cesareti bulamıyorum kendimde. Tüm yazdıklarımın kaybolmasını engelleyecek, onlara göz kulak olacak kimsem yok artık.
Ailemi kaybettiğim günün yıldönümü beni asla yalnız bırakmaz, iki adım bile olsa uzak kalmama izin vermezdin. Gün boyu ağlamalarıma eşlik eder, bir an bile usanmazdın bana birkaç parça şarkı mırıldanmaktan.
En çok birlikte bir sürü anı biriktirdiğimiz şeyleri söylemeyi severdin.
Peki şimdi, senin yokluğunda bana bu parçaları kim mırıldanacak, yıldönümlerinde usanmadan bana sarılıp ağlamama izin verecek?
Şimşek çakıyor, sokak ise bomboş. Camlara yaklaşmaya bile korkuyorum fakat beni teselli edecek kimsem yok.
Çareyi yine seninle konuşurken buluyorum.
Yağan yağmur ve çakan şimşeklere inat, gökyüzünde bir iki yıldız parlıyor, ay ışığı cılız da olsa geceyi aydınlatıyor.
Önceden gecenin asla gelmeyeceğini, karanlıktan korkmamamı çünkü kendinin güneş olduğunu ve hep yanımda kalacağını söylerdin.
Şimdi sen yoksun, gece hiç olmadığı kadar ihtişamlı karşımda.
Her zamanki gibi ellerim üşüyor, tutacak kimsem yok yanımda.
Bir gün tekrar karşılaşacağımız zamanı ise hiç olmadığı kadar istiyorum.
Yazıp yaktığım yüzlerce mektup, izlediğim yüzlerce video, binlerce yazışma ve ses kaydı, yeterli gelmiyor artık bana.
Yanına gelsem, kızar mısın?
Sana bir şey olduğu zaman mutlu olup önüme bakmamı söylerdin hep. Bu kadar zor olacağını asla tahmin edemezdim.
Her ne olursa olsun, sözünü tutacağım. Kuruttuğun anemon çiçeklerini, hediye ettiğin kolyeyi, yüzüklerini, bilekliklerini, piyanonu, giymeyi senden çok sevdiğim kıyafetlerini ve daha yüzlercesini en değerli köşemde saklayacağım.
Yavaş yavaş gözlerim kapanıyor, yazmayı bırakmak istemiyorum.
Seninle konuşmanın ilk andan beri verdiği zevk ve huzur asla bırakmıyor peşimi.
Sol elim, ay figürlü kolyeme tutunuyor. Yaşlarımın çoktan ıslattığı kağıt, anına saygı duyarcasına yazdığım kaleme rağmen dağılmıyor, mürekkep hala sapasağlam.
Sadece ben değil, anılarımıza şahit olan en küçük şey bile yas tutuyor arkandan.
Umarım bunu hissediyorsundur güneşim.
Bir gün tekrardan buluşacağımız günü iple çekiyorum. Umarım, umarım seni tekrar rüyalarımda görebilirim.
İyi geceler, yattığın yerde huzurlu olman dileğiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
moonlight sonata
Fanfictionİyi geceler güneşim, umarım yattığın yerde huzurlusundur.