Savaştan sonra Harry sıklıkla kendini iki kişiyle birden çıkıyormuş gibi hissetmişti.
Bir yanda Malfoy vardı.
Malfoy küstah, sakin ve aklı başında biriydi. Özellikle de insanların arasında duygularını neredeyse hiç göstermezdi. Dudaklarındaki küçümseyici ifade sanki oraya sabitlenmiş gibi her zaman yüzündeydi.
Malfoy, özellikle de Harry ile geçmiş hakkında konuşmaktan nefret ederdi. Kimsenin kendisine fazla yakınlaşmasını istemezdi. Astoria ya da Pansy elini tutmaya kalktığında iç çeker onaylamaz bir ifadeyle kafasını olumsuz anlamda sallardı. Harry kendisine sarılmaya çalıştığında ise Harry'ye Hufflepuff olup olmadığını sorardı. Başka biri Harry'ye sarılmaya çalıştığında ise kıskanırdı.
Malfoy tasarım cübbelerin en pahalılardan başka bir şey giymeyi itinayla redderderdi ve saçları daima mükemmel görünürdü. Sık sık Harry'nin dağınık saçlarına, "Muggle görünümlü" kıyafetlerine ve dolabında büyümekte olan Weasley kazak koleksiyonuna dair memnuniyetsizliğini dile getirirdi. Harry Malfoy'a züppe derdi ama içten içe o pahalı cübbelerin vücudunda duruş şeklini severdi.
Savaşta olan her şeye rağmen Malfoy hala saf kan soyuyla gurur duyardı. Hala daha da Muggle doğumlular hakkında şüpheleri vardı. Hermione'nin bakanlıktaki başarısından konu açıldığında gözlerini devirirdi ve Harry, Ron ve Hermione'nın evlerine yaptığı ziyaretlerde kendisine eşlik etmesini istediğinde de sık sık şikayet ederdi.
Malfoy hala en hafif tabirle söylenmesi gerekirse Harry'nin "pek de düşkün olmadığı" insanların arasına giren Pansy Parkinson, Millicent Bulstrode ve Blaise Zabini gibi kimselerle vakit geçirmekten hoşlanırdı. Harry Malfoy'un bu üç yakın arkadaşıyla olan buluşmalarına neredeyse hiç davet edilmezdi.
Harry içten içe, Malfoy'un hala babasının onayını arzuluyor olduğunu düşünürdü. Aynı zamanda kendi babasının isteklerine göre yaşamadığı için Malfoy'un daima kendi kendine karşı hayalkırıklığı içinde olduğuna da emindi.
Birçok yönden, Harry Malfoy'un hala kendisinden nefret ettiğini biliyordu. Öncelikle Sihir Bakanlığı'nda yapılan aile davaları sırasında odanın karşı tarafından daha sonra da Diagon Yolu'ndaki karşılaşmaları sırasında caddenin bir diğer ucundan gözlerini ona dikip sessiz bir şekilde bakmış, tam olarak nasıl hissediyorsa Harry'ye de aynen onu göstermişti. Zaten genellikle alevlenen tartışmaları sırasında Malfoy'un Harry'ye ondan ne kadar da çok nefret ettiğini yüz yüze söylemesi görülmemiş şey de değildi.
Malfoy aynı zamanda Harry'ye sinirliydi. Harry'ye hayatını kurtardığı için sinirliydi. Harry'ye ailesinin hayatını kurtardığı için sinirliydi. Harry'ye Quidditch'de onu yendiği için bile sinirliydi. İşte bu yüzden de ne zaman birbirlerinden ne kadar nefret ettikleri konusunda tartışsalar Harry'ye olan sinirini dillendirmekten geri durmamıştı.
Bazı zamanlar Harry, kendisinin de aynı zamanda Malfoy'dan nefret edip ona sinirli olup olmaması gerektiğini merak ederdi ama savaştan sonra ona tekrar kafayı takıp elinden gelen her şeyi deneyerek onu hayatında tutmaya çalışmakla o kadar meşguldü ki ciddi şeyler hakkında düşünmeye neredeyse hiç zamanı olmamıştı.
Malfoy daima Harry'yi pohpolamayı reddetmişti. Bir şey olduğunda Harry'yi suçlayan ilk kişi daima kendisi olmuştu, ilk kavgayı çıkaran da o olurdu, Harry'ye tam bir salak gibi davrandığını söyleyen ilk kişi de yine Malfoy'du. Sadece onunla alay ettiği zamanlarda Harry'ye "Seçilmiş" ya da "Hayatta Kalan Çocuk" diye hitap ederdi. Hala daha Harry'yi Potter diye çağırırdı ve bakanlıktaki hayranlarla çevirili günlerinden sonra Harry, Malfoy'un hakaretlerini tuhaf bir şekilde rahatlatıcı bulurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Malfoy, Draco | Drarry
FanfictionSavaştan sonra Harry, sıklıkla kendini iki kişiyle birden çıkıyormuş gibi hissetmişti. [ Bu çevirinin bütün hakları Marie Tomas'a aittir. ]