Ortak bir çevreleri, meşguliyetin tam ortasına kazınmış bir hayatları vardı. Illinois, Chicago'nun bağrından kopup gelmiş Kinder sürpriz oyuncakları tadında kişiliğiyle herkesi kendine en az iki defa baktıran gönülçelen Johnny Suh; ve hayatında ilk defa doğduğu yerin dışına çıkmış olmak bir yana, kıta değiştirip dünyanın öbür ucuna konmuş narin kelebek Moon Taeil. Hikâyeleri de tam kelebeğin konduğu yerden başlamış olacak ki Johnny, elinde kamerası, tanımadığı bir adamı Kaliforniya'nın bitmek bilmeyen altınvari sahillerinde fotoğraflarken bulmuştu kendini. Ve bu fotoğrafların 'proje'si ile hiçbir alakası yoktu, sadece karşısındaki ufak boyutlu adam, o güne kadar gözlerini diktiği en güzel şeydi.
Sahiden de, kalbini ağırlaştıracak kadar güzeldi. Çikolata kahvesi gözleri acımasız derecede yakıcı güneşin altında farklı gezegenleri andıracak şekilde parıldıyordu, keza saçları da pek farklı bir durumda değildi. Usulca esen okyanus rüzgarının etkisiyle gözlerini arada bir kapatıp yeniden açıyor, çoğu zaman elleriyle düzeltmeye bile mahkum bırakıyordu. Fakat en güzeli; usta bir sanatçı tarafından çizilmiş gibi olan gülümsemesi, ve bunun etkisiyle gözlerinin kısılmasıydı. Gülümsemesini ilk gördüğünde Johnny, birkaç saniyeliğine kamerayı düşürecek gibi oldu hatta, bulanık fotoğraflar çekerse kendini hiçbir zaman affetmeyecekti çünkü doğal olarak böyle bir güzellik nadirdi.
O kadar nadirdi ki, eşi benzeri olmadığına emindi.
İçten bir gülümsemeyle karşılık vererek kamerayı indirdi John, boynunda asılı olduğu yerine geri bırakmış ve ellerini utangaç bir biçimde ceplerine sokarak heyecanla yanına ilerleyen adamı beklemişti. "Bitti mi? Nasıl ama, güzel çıktım mı? Ben de görebilir miyim peki?" şeklinde ilerleyen soruların ardı arkasının kesilmediğini fark edince ise gülmekle yetinmiş, başını hafifçe yana eğip rüzgarın bedenini okşamasına izin vermişti.
"Tahmin edemeyeceğin kadar güzel çıktın, teşekkür ederim bana eşlik ettiğin için." bu basit cümleyi ağzından çıkarabilmek bile fazlasıyla zor olsa da karşısındakinin genişleyen gülümsemesi ve heyecan dolu el çırpması her şeye değerdi. Usulca ellerinin birini cebinden çıkarıp karşısındakine uzattı ve bir kedi mırıltısını andıracak derecede yumuşak bir tonda mırıldandı. "Ben Johnny."
"Taeil! Yani, ben de Taeil! Memnun oldum Johnny." rahatlıkla söylediği bu kelimeler karşısındakini eritmek için biçilmiş kaftandı çünkü Johnny, gerçekten alabildiğine aptalca bir an sarhoşluğuyla şirinliğine gülümsemeden edemiyordu. Taeil ise bunu fark etmiş olacak ki onu düşüncelerinden çekip kurtarmak adına yüzüne iyice yakınlaştı, John'un gözlerinin faltaşı gibi açılmasına aldırmadan kamerasını kavramış ve başını yana eğerek yavru köpek bakışlarını yöneltmişti ona.
"Bakabilir miyim şimdi, Johnny?"
YOU ARE READING
fever dream ; johnil.
Random"Seninle geçirdiğim her günün sonrasında bir rüya olmadığı için şükretmek ile dehşete kapılmak arasında kalıyorum, sanırım."