Jun, saat 11'de buluşacakları halde sabah erkenden kalkmıştı. Zaten dün gece de geç saatlerde uyumuştu. Yatağa girip uyumayı denese de saatlerce tavana bakıp buluştukları anı hayal etmişti. Heyecanını bastıramıyordu. 2 yıllık hissi sonunda karşılık bulmuştu. Kolay değildi.
Minghao da aynı şekilde heyecanlıydı. Sadece bir mesaj ile böyle bir hisse sahip olacağını bilemezdi. O mesaja cevap vermeseydi, şu an hoşlandığı kişi ile buluşmaya gitmek için hazırlanıyor olmayacaktı. Ya da küçükken sevdiği dizideki oyuncu ile karşılaşmış olmayacaktı. Gerçi, bu o kadar önemli değildi. Çünkü ondan hoşlanmasına sebep olan neden bu değildi.
İkisi de hazırlanıp evlerinden çıktıktan sonra kafeye doğru yola koyulmuşlardı. Jun, elinde onun için getirdiği bir hediyeyi tutuyordu. Çok önceden görüp almıştı. Ve eğer bir gün buluşurlarsa kendisi vermek istemişti. Elinde tuttuğu kutuya baktı. İçinde bir saat vardı. Saatin kordonu değiştirilebiliyordu. O da gidip Minghao'nun yaptığı resimlerden birinin desenini bastırmıştı kordona. Ve gerçekten, çok güzel duruyordu. Vermek için sabırsızlanıyordu.
Minghao da eli boş gitmek istemedi. Bu yüzden küçük bir resim yapmıştı onun için. Önceden yazdığı mesaj gelmişti aklına.
"Dün attığın manzara fotoğrafına aşık oldum sanırım. Duvar kağıdım yaptım ve bakmadan duramıyorum."
Bu yüzden çektiği fotoğrafın resmini yapmıştı. Bir an önce verip tepkisini görmek istiyordu.Kafeye ilk gelen Jun olmuştu. Girişe arkası dönük oturuyordu. Acaba Minghao onu bulabilecek mi, merak ediyordu.
Birkaç dakika sonra ise Minghao gelmişti. Jun, elleri ile yüzünü kapatmış, öylece bekliyordu. Birden karşısındaki sandalyenin çekilme sesini duydu.
"Üzgünüm ama sanırım yanlış-"
"Hayır. Ellerini yüzünden çekip önüne bakarsan doğru masaya oturduğumu göreceksin."
Jun o an ne yapacağını şaşırmıştı. Hâlâ gerçek gelmiyordu. Bu yüzden geldiğine bile inanamıyordu.
Parmaklarını aralayıp karşısında oturana baktı. Sadece bakıyordu. Konuşamamıştı.
"Jun? Geldim işte. Benim. Ellerini yüzünden çeksene."
"Hâlâ inanmıyorum."
Minghao, Jun'un ellerini tutup yüzünden indirdi. Bunu yapması gerekiyormuş gibi hissetmişti.
"Bak, benim. İnandın mı artık?"
Jun'un aklı ve gözleri Minghao'nun kendi ellerini tutan elinde kalmıştı. Minghao, Jun'un nereye baktığını görünce gülümsedi. Ve tuttuğu elleri biraz daha sıkı tuttu. Onu inandırmak istiyordu.
"Tamam, tamam. İnandım."
Minghao bunu duymasıyla beraber gülmeye başladı. Jun da gülüyordu. İkisi de ellerini çekmiyordu. Böyle gayet mutlulardı. Her ne kadar utansalar da.
"Sana bir şey getirdim."
Jun, Minghao'ya çok vermek istediği hediyeyi verecekti sonunda. Yüzündeki gülümsemeyi bir türlü durduramıyordu.
"Aslında... Bunu çok önceden almıştım. Bir gün buluşursak diye. Diğer takipçilerin gibi hediye olarak da gönderebilirdim ama, beklemek istedim. Bunun olmasını umarak. Ve, işte. Aç hadi."
Jun elindeki küçük kutuyu uzattı. Minghao açmak istiyordu. Ama önce o da kendi hediyesini vermek istedi. Beraber açmayı düşünmüştü.
"Bekle. Ben de sana bir şey yaptım."
"Yaptın? Yoksa..."
"İşte, burada."
Minghao elindeki paketlenmiş olan tabloyu ona uzattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Destiny▪︎JunHao /Texting/ ✔︎
Short Story"Hayaller gerçekleştirilmek için var biliyorsun değil mi?" "Sayende, bunu öğrendim."